Hayatımın en mutlu anları, "ne yaşadığımda oldu" diye bazen düşünüyorum. Geriye baktığımda bunların en çok mesleğimle yani gazetecilikle ilgili olduğunu görüyorum.
Aslında insanların genelde mutlu anları; evlendikleri gündür, çocuklarının, torunlarının doğumudur, onların mürüvvetini görmektir, belki bazı maddi kazançlar veya diğer manevi hazlardır... Tabi ki ben de bu durumlarda mutlu oldum, oluyorum. Ancak bunlar beklenilen bir olayın son andaki tezahürü oluyor. Mesela çocuk doğumu, annenin hamileliğinden başlayan bir sürecin finali oluyor. Bu süre içerisinde bir şekilde o mutlu ana hazırlanmış oluyorsunuz. Zirve anında çok ani bir sevinç yükselmesi olmuyor.
Benim gazetecilikte ilgili mutlu olduğum anlar, belki bir çalışma ve gayretin sonucu olmuştur, ancak olmayabilirlerdi de... Bunları daha ani anlar olarak yaşamış olmak mutluluk katsayımı arttırmıştır.
Bu konuda birkaç örnek verebilirim.
Lise son sınıfta girdiğim üniversite sınavı bunların başında gelir. O dönem sınava giren 435 bin öğrenciden sadece 35 bini üniversitelere yerleştirilecekti. Yani 12-13 kişiden ancak biri üniversiteli olacaktı. Böylesi bir yarışta herhangi bir bölüme yerleşmek bile başarı sayılıyordu. Ben gazeteci olmak istiyordum. O dönem adı AİTİA olan üniversitenin Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümünü tutturmak hedefimdi. Tercihlerimi de bu yönde yapmıştım. Teknolojinin bugünkü şartlarda olmadığı 1978 yılında, radyoda, üniversite sınav sonuçlarının belli olduğu ve postaya verildiği açıklandı. Bu arada, Ankara Kavaklıdere'de merkezi bulunan, ÖSYM'nde (o dönem ki ismi farklıydı) sonuçların asıldığı duyumunu aldım. Hemen oraya gittim. Listede adımı görünce, hem de istediğim bölüm olan gazeteciliği kazandığımı, yaşadığım sevinci tarif edemem. Haykırmak istiyordum ama yapamıyordum. Dönüşte otobüste sağa sola bakıyorum, bir tanıdık görsem de sevincimi paylaşsam diye. Gazetecilik mesleği bana daha mesleğe başlamadan ilk mesleki sevinci yaşatmıştı.
Barış Gazetesi ve THA'ndan sonra girdiğim Basın Yayın Genel Müdürlüğünde basınla ilgili birimlerde çalıştım. Basın kartlarını veren bu kurum, o dönem basın kartı verdiği çalışanlarına, sanki basında çalışıyormuşcasına hassas davranırdı. Hem basınla ilgili birimde çalışmak hem de mezun olduğu okula göre bekleme süresini doldurmak şartı aranırdı. Ayrıca Basın Kartlarını Komisyonu'na da ismi girer ve komisyonun oluru alınırdı. Bekleme süremin doluşu sonrası sarı basın kartını alışımdaki mutluluğu tarif edemem. Kendimce azmetmiş ve en azından mesleğin önemli göstergelerinden biri olan bu karta kavuşmuştum. Yaz günü açık renk giydiğim gömleğin cebinde tuttuğum karta, çevredeki insanların bakışının kayması ayrı bir mutluluk veriyordu. Belediye otobüsünde şoföre gösterirken sanki diğer insanlar da bu ayrıcalığıma dikkat ediyor gibi geliyordu. Kısacası zor sahip olunan, itibarı yüksek, toplum içinde bir değeri olan, havalı bir kartın sahibiydim. O zaman öyleydi!
Meslekteki her ilerleyiş aşaması beni mutlu eden anlardan oldu. 1996'da kurumumun İstanbul İl Müdürü olurken, yaşım henüz 35'di. O dönem bu yaşlarda bu tip göreve gelmek zordu. Üstelik bir torpilim yoktu, görevi talep etmemiştim. Atanmam uygun görülmüştü.
İl Müdürlüğü görevini yürütürken, mesleğimle ilgili diplomatlık görevi, dönemin Genel Müdürü tarafından teklif edildi. Oysa bu göreve talip olan kurum personeli sayısı oldukça fazlaydı. Bu da torpilsiz olan bir görev değişikliğiydi ve mesleki anlamda bambaşka bir deneyim olacaktı.
Sonuçta mesleki anlamda arzu edilebilecek tüm görevler beklemediğim anda teklif edilmişti. Bu da mutluluk katsayımı artırmıştı.
Beni bu noktaya taşıyan gazetecilik mesleğini icra ettiğim için hep onur ve gurur duydum. İyi ki gazeteciyim.