Ölümünün 89 inci yılında andığımız Mehmet Akif, yalnız İstiklâl Marşı’mız da dahil bir çok milli şiirin şairi, ya da bir fikir adamı değil, bir ahlâk anıtıydı. Ulusumuzun birliği, bütünlüğü ve bağımsızlığı için en olumsuz dönemlerde uğraş vermiş, gösterişten uzak, her şeyiyle kendisini bu vatana adamış bir insandı.

1921'de açılan İstiklal Marşı yarışmasına 700'den fazla şiir gönderilmiştir. Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, "Herkesi tatmin edebilecek ve o günlerin heyecanını ifade eden bir şiire rastlamadıklarını" açıklamıştır.

Yarışmaya Akif katılmamıştır. Çünkü kazanacak şiiri yazana 500 lira ödül verilecektir. Akif bunu kabul etmemektedir.

Hamdullah Suphi, Akif'e resmen yazı göndererek "İstiklâl Marşı"nı yazmasını rica eder. Ödül sorununa bir çare bulunacağını belirtir.

Ve Akif'in "İstiklal Marşı", 12 Mart 1921'de Meclis'te okunarak ayakta alkışlarla kabul edilir. Yarışma birinciliğinden dolayı kendisine zorla verilen 500 lirayı, fakr u zaruret içinde olmasına rağmen, fakir kadın ve çocuklara bir maişet temin etmek üzere kurulmuş kadınlara örgücülük öğreterek meslek kazandırmaya çalışan "Darü'i Mesa i "ye ve Sarıkışla Hastanesi'ndeki yaralı gazilere bağışlar.

O günlerde Mehmet Akif'in cebinde , Zonguldak milletvekili Hayri Bey'den borç aldığı iki lirası vardı. İstiklâl Marşı için, 500 lira teklif edildiği günler de Ankara’da, 140 lira ile bir çiftlik alınabiliyordu.

Paltosu dahi olmadığı için kışın bile ceketle dolaşan bu idealist şairin, çok soğuk günlerde ise, arkadaşı Baytar Şefik (Kolaylı)'dan muşambasını ödünç olarak giymekteydi. Hatta, Baytar Şefik'in bir gün “Akif Bey, hiç olmazsa kendine bir palto alsaydın" demesi üzerine, ona darılıp iki ay konuşmamıştı.

Mehmet Akif, ölüm döşeğindedir. "İstiklal Marşı"ndan söz açarlar. Şunları söyler:

"O şiir milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir facia karşısında bunalan ruhların ızdıraplar içinde kurtuluş dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. Bir daha yazılamaz. Onu ben de yazamam... O şiir benim değil, artık milletin malıdır..."

"İstiklal Marşı 1930'a kadar Ali Rifat Çağatay'ın bestesiyle söylendi. Ondan sonra da Zeki Üngör'ün bestesi söylenegelmekte.

Akif'in Mısır'a gitmesi, 'pozitivist yobazlar'ın tepkisini çekti. Kimi zaman Akif'e saldıracak kadar küstahlaşırlar. Oysa Akif, gidiş nedenini şöyle anlatmıştı:

"Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum ve işte bundan dolayı gidiyorum."

Siyasi şartlar öyle getirmiştir; "Takrir-i Sükun" dönemidir. "Polis hafiyeleri", Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Cebesoy gibi Milli Mücadele kahramanlarının da peşinde gezmekteydi!

Evet, siyasetin getirdiği koşullardı bunlar. Buna karşın, Yüce Atatürk isteseydi Akif'in "İstiklal Marşı"nı değiştirebilirdi. Örneğin Behçet Kemal'e bir marş yazdırabilirdi. Bunu yapmadı.

Ulusal birlik, ve bütünlüğümüzde damgası olan Mehmet Âkif’i milli şairimiz olmaya ulaştıran bir çok olgu var.

Bunlardan biri Kurtuluş Savaşına katkısıydı. Mehmet Âkif, kurtuluş savaşı için canlarını ortaya koyan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanında yer aldı. Asırlardır özgür ve bağımsız yaşamış Türk Ulusunun esir olamayacağını cesaretle haykırdı. Mandacılığa karşı çıktı. Konuşmaları çoğaltılarak, bütün yurda dağıtıldı.

Bir başka olgu, İstiklal Marşı’ydı. Âkif, bu marşın güftesi yazarak, bu ülkenin gelecek kuşaklarıyla da sonsuza kadar buluştu. Türkün bağımsızlık ve özgürlük tutkusunu haykıran İstiklal Marşımız, Âkif’i ölümsüzleştirdi.

Olgulardan biri de, Mehmet Âkif’in Çanakkale şehitlerine ithaf ettiği şiirdi. Bu zafer, Büyük Atatürk’ü yarattı. Ulusal bilinci perçinleştirdi. Yarın bu şiirin hikayesini yazacağım.