Bugün, hatta yarın da günümüze kalan türkülerini duygulanarak dinlediğimiz ancak mezarı dahi bilinmeyen bir sanatçımızdan söz edeceğim.  Dnun hakkında önceki yazılarımı bir soru ile başlatmış ve demiştim ki, “Çoğu kişiler İbrahim Tatlıses’in çıkışını “Ayağında kundura” diye başlayan türkü ile başlatırlar.  Bu türkünün sahibini biliyor musunuz?”

O kişi, Şanlıurfa türkülerinin kaynak kişilerinden biri olan Mukim Tahir’di. Zaralı Halil ile ortak noktaları çok.

Mukim Tahir 1900 yılında Şanlıurfa’nın Bıçakçı Mahallesi’nde doğdu. Asıl adı “Tahir Oturan”dı. Babası Mukimler’den Hacı Abdurrahman, annesi Fatma hanımdı.

Mukimler, varlıklı, sevilen bir aileydi.  Bir kısım arazileri Suriye topraklarında kalsa bile, ellerinde büyük verimli topraklar kalmıştı. Harran ve Bozova bölgesinde on iki köy, Eski Kehriz Bahçesi, Değirmen ve Akarbaşı’nda bir çok ev ve odaları vardı. Balıklıgöl’deki Mecmue’l Bahr diye anılan bölge de onlarındı. Mukim Tahir’in çocukluk ve gençlik yılları bolluk ve zenginlik içinde geçmişti. İlk evliliğini Fatma hanımla yapmış onun ölümü üzerine Zeliha Hanımla evlenmişti. Ancak çocuğu olmamıştı.

Tahir, uzun boylu, iri yapılı, güzel giyinen, çevreye saygılı, hoşsohbetti. Ne var ki, toprak anlaşmazlığı yüzünden amcasını öldürünce, hapishaneye düşmüştü. İlk hanımı üzüntüsünden hastalanmış ve ölmüştü.

Cumhuriyetin onuncu yıl affından yararlandı.  Ancak hanımını da kaybetmenin üzüntüsüyle yaşantısı bozulmuştu. Daha sonra zevk, eğlence, uçarılık girdabı içinde kendini buldu. Nerede akşam, orada sabah ediyor, evine uğramıyordu. Birkaç yıl içinde mal varlığını kaybetti. Artık, alkolün pençesinde yoksul bir adamdı. Mesleği olmadığı için perişandı. Bir süre hamamcılık yaptı. Daha sonra dayısının fırınında çalıştı. Aynzeliha Parkı’nda bulunan Saz’da okuyuculuk yaptı, bağlama ve darbuka çaldı. 1939 yılında Tenekeci Mahmut Güzelgöz ve Hacı Nuri Hafız ile mevlit okumaya gitti. O ara içkiyi bırakmıştı. 1941 yılında Şanlıurfa Halk Evi kahvesini çalıştırdı. Aynı zamanda Halkevi saz ekibini de çalıştırarak halk konserleri verdirdi.

Mukim Tahir, zenginlikten yoksulluğa düşmesini içine sindiremiyordu. 1945 yılı sonlarında Zonguldak’ta müteahhitlik yapan arkadaşının yanına çalışmak için gitti. Bir daha Şanlıurfa’ya dönemeyeceğini biliyor gibiydi. Herkesle vedalaşıp helalleşti.

Çalışacağı yer, Yenice’nin Cebeci bölgesindeki demiryolu inşaatının şantıyesiydi. Sıladan ayrılışın üzüntüsünü içinden atamamıştı. Geldiği yerin yağışlı havasına da alışamamıştı. Hastalandı. Bitkindi. Bulundukları yer ilçeye yaya olarak birkaç saatlik uzaklıktaydı. Arkadaşları ilaç almak için ilçeye gitmeye hazırlanıyordu ki, hayata veda etti. Yakındaki köyün mezarlığına defnedildi. Yağış ve toprağın kayması nedeniyle mezar diye güçlükle bir çukur kazabilmişlerdi. Bir süre sonra yağmur suları mezar yerini düzlemiş, kaybolup gitmişti. 

Şanlıurfa’nın en zengin ve ünlülerinden olan Mukim Tahir, memleketinden yüzlerce kilometre uzak bir köyde, yeri belli olmayan bir çukura gömülmüştü.  Öldüğünde cebinde sadece on para çıkmıştı.

Mukim Tahir fırtınalı bir hayat yaşamış, varlık içindeyken yoksulluğa düşmüş, hapis yatmış, hanımını kaybetmiş, maddi sıkıntı ve çaresizlikten gurbete çıkmış ve sıla özlemiyle ölmüştü. Çektiği acılar onun ağzından türkülere hoyratlara dökülmüştü.

İçli, yanık ve pürüzsüz, gür ve tok bir sese sahipti. Sesinin gücü ve gırtlak nağmeleri dinleyenleri etkilerdi. Dönemin ünlü okuyucuları Damburacı Derviş, Hacı Nuri Hafız, Kel Hamza, Bekçi Bakır, Topal Abe, Marangoz Mehmet, Kanuni Ayıbo, Kurrik Mahey, Vaveyli Mustafa Çavuş gibi ustalarla birçok müzik meclislerinde bulunmuştu.

Bugün yazımı burada keseyim. Yarın, Mukim Tahir’in zirveye yükseliş ve bir bilinmeyene düşüşünü anlatacağım. “Kapıyı çalan kimdir” türküsünün hikayesini de sıkıştırıvereceğim.