Ne günlere kaldık, desem birileri öküz altında buzağı arar diye korkar oldum: “Ey Ahmet Efendi, zaman değişti, düzen ve usuller bozuldu.

Çok kötü günler geçiriyoruz, ne  demek istiyorsun, bre münafık sen kim oluyorsun, kime  hizmet ediyorsun?” diye sorarlar mı ola? Biri çıkar da, sen galiba Ziya Paşa ayaklarına yatıp da “ "Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkar; / Katır mühürdar oldu, eşek defterdar! demek istiyorsun,” diye bilir. Bu  yaşımda ne sorgulanacak, ne tutuklanacak, ne de muhalif televizyonlar gibi ceza yiyecek gücüm yok.

En iyisi Ruhsati gibi bunak, ne dediğini bilmez moduna girmek:

“….Çark bozulmuş dünya ıslah olmuyor

Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor

Aşık Ruhsat dediğini bilmiyor

Yazı belli değil hat belli değil.”

Kimi beyitler vardır ki, türlü uyarılara rağmen kötü gidişini düzeltmeyenlere son uyarıyı yapan vecize işlevi görürler.  Şu beyti, kulağımızı kaptırırken, öğretmenlerimizden, büyüklerimizden duymuşuzdur:

 “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”

Günümüz Türkçesi ile açıklaması şöyle: “Nasihat ile uslanmayanı azarlamalı, azarlama ile uslanmayanı köteklemeli. Yani pataklamalı.”

Politika ortamında sıkça kullanılıyor. Durmadan konuşan boş vaatlerde bulunanlara söylediğiniz olmuştur:

“Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”

Bu beyti de şöyle açıklayabilirim: Kişinin aynası yaptığı işlerdir, laflarına bakılmaz; çünkü kişinin akıl düzeyi yaptığı işlerle ortaya çıkar.

Sorumsuz, bayağı ve soysuz kimse eline bir yetki ya da imkân geçince huyunun, yaradılışının gereğini yerine getirir. Öyle ki en yakınlarına bile kötülük yapmaktan çekinmez anlamında (teşbihte hata olmaz) Çingeneye beylik vermişler, babasını astırmış, denir. Bunu giyim kuşamla örnekleyecek olursanız, şöyle söylersiniz:

“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma

Zer-dûz palan vursan da eşek yine eşektir”

Genç arkadaşlarım için bunun da açıklamasını şöyle yapabilirim: Kötüye, üniforma ya da gösterişli, pahalı giysiler soyluluk verir mi hiç; eşeğe altın işlemeli semer vursan da eşek yine eşektir.

Çoğalta bileceğim bu örnekleri niçin veriyorum? Anlatayım:

Daha çok Halk edebiyatımızda “taşlama” adıyla bir tür olarak görülen hiciv,  Tanzimat sonrası bütünüyle edebiyatımızda yer aldı. Büyük gelişme gösterdi. Bu dönemde “Haccav” adıyla anılan hiciv şairleri arasında ilk akla gelenler, Ziya Paşa, Namık Kemal, Şair Eşref’ti. Daha sonra bu alanda ünlenmiş şairlerden Nazım Hikmet, Neyzen Tevfik, Refik Halit Karay, Arif Nihat Asya, H. Cengiz Alpay, Ümit Yaşar, Abdürrahim Karakoç günümüzde Fırat Kızıltuğ gibi sanatçıları sayabiliriz.

Yukarıya aldığım ve toplumuzda bir vecize haline gelmiş olan beyitler Ziya Paşa’nın. Ziya Paşa, 1825 yılında İstanbul’da doğdu, 17 Mayıs 1880'de Adana'da öldü. Asıl adı Abdülhamid Ziyaeddin'di. Beyazıt  Rüştiyesini bitirdi. Özel öğretmenlerden Arapça ve Farsça öğrendi. Sadaret Mektubî Kalemine devam etti. Mustafa Reşit Paşa'nın yardımıyla 1855'te Saray Mabeyn Kâtipliğine girdi. Âli Paşa'nın sadrazam olmasıyla saraydan uzaklaştırıldı. Çeşitli resmi görevlerde bulundu. Mustafa Fâzıl Paşa'nın çağrısı üzerine, Namık Kemal'le birlikte 1867'de Paris'e kaçtı. Daha sonra Londra'ya geçti. M. Fâzıl Paşa'nın sağladığı olanaklarla, Namık Kemal'le birlikte 1868'te Hürriyet gazetesini çıkardı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin yönetiminde görev aldı. Âli Paşa'nın ölümü üzerine 1871'de İstanbul'a döndü. 1876'da Maarif Nezareti müsteşarlığına atanmasına değin birçok görevde bulundu. Namık Kemal'le birlikte Kanun-i Esasî Encümeni'nde çalıştı. II. Abdülhamid tarafından İstanbul'da bulunması sakıncalı görülerek, vezirlik rütbesiyle 1877'de Suriye valiliğine gönderildi. Daha sonra Adana valiliğine atandı. Burada görevdeyken öldü.

Sözüm bitmedi. Yarına devam edeyim.