Folklorumuzda ay ve güneş tutulmalarıyla ilgili birçok söylenceler yer alır. Boyabat yöresinin bir söylencesine göre, ay nur parçasıymış. Bu nur parçası atlı bir araba ile gece taşınır ve dünyaya ışık vermezmiş. Yolculukta bazen atlar ürker, nur arabadan düşermiş. Onu koruyan melekler hemen koşar nuru ellerine alır arabaya koyarlarmış. Ay meleklerin elinde kaldığı süre gölgelenir, kızarırmış. İşte buna ay tutulması denirmiş.  

Bir başka anlatıda ise, ejderha, yılan gibi canavarlar ayın yolunu kestikleri için ay tutulurmuş. Teneke çalma, silah atma gibi eylemler canavarı ürkütüp ayı kurtarmak içinmiş.

Türk halk müziği repertuarında ay ve yıldızlara ilişkin yurdumuzun dört bir yanından derlenmiş onlarca türkü var. Yalnız türkü mü? Yüzlerce maniyi, atasözünü, deyimi sıralamak mümkün... Birkaç  manimiz şöyle:

"Ay doğar ark içinde

Gün vurur park içinde

Pek tatlı yârin yanakları

Sanki bay koymuş içine"

"Ay doğar sini gibi

 Sallanır selvi gibi

Benim bir yârim var

Çankırı gülü gibi" 

 "Ay doğar ayazlanır

Kız doğar beyazlanır

Mahmur gözlü sevdiğim

Uyumaya nazlanır."

Bir bilmecemiz var: "Dam üstünde yarım çörek?"      Ay değil mi?

Peki "Gökte açık pencere, kalaylı tencere" nedir. Elbette o da ay...

 "Mavi atlas, iğne batmaz / Makas kesmez, terzi biçmez"  dersem ne diyeceksiniz? "Ondan kolay ne var. Gökyüzü," dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bir başka bilmece de şöyle: "Bir kilidim var, dünyayı tutar."

Gökle ilgili, ayla ilgili bilmecelerimiz var da yıldızlarla ilgili yok mu?  Onlarca sıralayabilirim. İşte biri:  "Biz biz idik, biz idik / Bin bir tane kız idik / Gece oldu dizildik, / Sabah oldu silindik"

Türkler için zaman ve yön bakımından yıldız bilgisinin önem taşıdığı söylenebilir.  Akınlarda, kervan ve sürülerle yola, meraya çıkışlarda yıldızlardan yararlanılırdı.

Şafakla birlikte kentte kurulacak pazarda olmak isteyen köylümüz, yola çıkış zamanını, Ülker yıldızının durumuna göre ayarlardı. Göğün değişmez düzeni, insanlarımıza yön ve yol bulmada yardımcısı olurdu. Ay gök ve yıldızlar konu olunca, bir türküyü mırıldanmadan edemem:

18. Yüzyılın sonlarında Şarkışla'nın Kale köyünde doğan Âşık Veli'ye ait olan bu türkü yanlışlıkla başka ozanlara mal edilmiş:

"Mecnun'um Leyla'mı gördüm

Bir kerece baktı geçti

Ne sordum ne söyledi

Kaşlarını yıktı geçti

Soramadım bir çift sözü

Ay mıydı gün müydü yüzü

Sandım ki zühre yıldızı

Şavkı beni yaktı geçti

Ateşinden duramadım

Ben bu sırra eremedim

Seher vakti göremedim

Yıldız gibi aktı geçit

Bilmem hangi burç yıldızı

Bu dertler yareler bizi

Gamzen okun bazı bazı

Yar sineme çaktı geçti

Velim eydür ne hikmet iş

Uyur iken gördüm bir düş

Zülüflerin kemend etmiş

Yar boynuma taktı geçti"

Orta Asya'da Türk kavimleri bütün gezegenlerin, kutup yıldızına bağlandığına inanıyorlardı. Bu yıldıza Uygurlar Altın Kazık adını vermişlerdi. Kuzey Asya'daki inanışa göre Büyükayı burcunun kuyruğu kuzeydeyse kış, batıda ise sonbahar, güneyde ise yaz, doğuda ise ilkbahara kavuşulurdu. Türkü repertuarımızda Yıldız türküleri diye anılan bir gurubun oluşmasında etken olan Zühre Yıldızını yarın anlatacağım.