
Bir Müslüman gazeteci yasak bölgede
O zamanlar, ben Milliye Gazetesi gezi yazarı olarak çalışıyordum. “1924 Mübadele Acısı” başlıklı çalışmam kapsamında; Kapadokya, Ege ve Trakya Mübadilleri yanı sıra; Yunanistan ve Bulgaristan’daki mübadillerle yaptığım röportajlar ve Ayan Oros izlenimlerim; “Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yerel Basın Ödülü-2001” almıştım…
Ouranoupoli’deki Yunan Polis Merkezinden vizemi ve bileti almak için belirli bir ücret bedeli ödemelisiniz. Ayanoros’a dişiler, kadınlar ve Ortadoks olmayan kimse ayak basamaz. Bu nedenle bende, Silivri Tarihi kitabı yazarı olan Dr. Cemal Kozanoğlu referansı ile eski Selimpaşa ve yeni Gökçeada-Bozcaada Metropoliti Kyrillos SYKİS destekli ve de 1940-Gökçeada Zeytinliköy doğumlu, Rum Ortodoks Patrikhanesi Başpiskoposu Dimitry I. Bartholomeos’tan aldığım Patrikhane mühürlü özel mektup sayesinde, vizemi ve vapur biletimi alıp, feribota bindim.

Feribot yarım saat Ege Denizi’ne açıldıktan sonra, durdu ve kaptan benim ismimi anons etmeye başladı: “Bay Dursun Özden, çok acil olarak, lütfen kaptan köşküne geliniz…” Ben hiç aldırış etmedim. Ama kaptan ısrarla anons ediyordu adımı. Gemidekiler, homurdanmaya başladılar. “Ayin törenine geç kalacağız. Kimse gidip kaptan köşküne çıksın…” diyorlardı. Baktım ki olacak gibi değil, ben de kaptan köşküne gittim; “Anons ettiğiniz kişi benim, buyrun, ne sorun var?” dedim. Kaptan; “Polis Şefi Kaplanis seni arıyor” dedi. Telefonu bana verdi. Polis şefi bana; “Sen kimsin, Katolik, Protestan, Müslüman… Sen kimsin?” dedi. Ben de; “Benim ailem Bulgaristan’tan İstanbul’a göç etmiş. Ortadoks kökenli bir ailedenim” dedim. (Yalan söyledim.) Polis Şefi ısrarla, Feribotun geri döneceğini ve beni indireceğini söylüyordu. Polis Şefi bama; “Ayan Oros’a Ortadoks olmayan kimse ayak basamaz… Sen Müslüman mısın?” dedi.

Kaptan köşkünde bulunan ve pipo içen fötr şapkalı yaşlı bir Yunanlı adam (gemi kaptanının babası olduğunu sonradan öğrendiğim adam), telefonu benden aldı ve polis şefi ile Rumca konuşmaya başladı: “Ben bu kişiyi ve ailesini iyi tanıyorum. Ve kendisine kefilim. Ailesi ve kendisi Ortadokstur. Bizim dostumuzdur onlar…” dedi ve telefonu kapadı. Ve sonra da gemi, kaptanın siren çalması ardından hareket etti. Sorun çözülmüştü. Yaşlı adam bana dönüp, kırık Türkçesi ve Karamanlıca şivesiyle; “Hoş gelmişen, nerelisin?” dedi. Ben de Niğdeli olduğumu söyledim. Adam telaşla ayağa kalktı, yanıma geldi ve bana sarılarak ağlamaya başladı. “Benim atalarım da Niğde’nin Bor kasabasından. Atalarım 1924 yılında, Mübadele’de göç ederken; Ulukışla tren garından Mersin limanına trenle giderken, ağlayarak şöyle demişler: ‘Mübadele Allahın belası bir şeydir. Tren mi yol alıyor, yoksa evler mi?’ Bor’da evimiz ve üzüm bağımız var. Dost Müslüman komşularımızdan ve doğup büyüdüğümüz bereketli topraklarımızdan savrulduk… Anam ve Bubam ölene dek, Türkçe konuştular. Bizim evde, hep Türkçe konuşulurdu… Sende bizim oraların kokusu var…” dedi. Az kalsın akraba çıkacaktık adamla. Daha sonraki yıllarda, adamla hep görüştük. Mübadele acısı yaşamış, ikinci nesil bir komşu ve dost olarak, Bay Konstantin’in bu iyiliğine asla unutamam… Daha sonraki bir görüşmemizde bana; Niğde’nin Bor ilçesinde bulunan, Osmanlıca ev ve arsa tapularını gösterdi. Öğrendiğime göre, birileri bu tapu ve arsalara çökmüşler…
Devamı yarın…