Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından gerçekleştirilen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) araştırmasında Türkiye 81 ülke arasında 39’uncu, 37 OECD ülkesi arasında 32’nci sırada yer aldı. 

Özellikle Türkçe’de gerileme oldu. Gençler, okuduğunu anlamıyor diye haberler yapıldı.

Herkes şaşırmış gibi yapıyor…

Niçin şaşırıyorlar ki?

Daha birkaç gün önce eksi net yapanların dört yıllık üniversite kazandığı haberleri çıkmıştı.

Hatta Türkçe’den eksi 7,5 netle Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazanan bile olmuştu.

Özel üniversiteler daha çok kazansın, küçük ilçelerde açılan üniversiteler öğrencisiz kalmasın diye üniversite sınavında barajı kaldırırsanız, kapıdan geçen herkesi üniversiteye kaydederseniz başka ne tür sonuç bekliyordunuz ki…

Liselere giriş sınavında her yıl on binlerce öğrencinin sıfır çektiğini ne çabuk unuttuk?

Asıl sorulması gereken soru; çocuklarımız bu duruma nasıl geldi, getirildi?

Eğitimde kalite her geçen gün azalıyor…

Nasıl azalmasın, adeta tembellik ve başarısızlık özendiriliyor…

Eskiden sınavla öğrenci alan ortaokul ve liselere, sınavla yönetici ve öğretmen atanırdı.

Sınava girmek için de yöneticilikte ve öğretmenlikte belli yıl kıdem şartı aranırdı.

Şimdi sistem değiştirildi. İstedikleri öğretmen ve yöneticileri, istedikleri yerlere atamayı daha da kolaylaştırmak için proje okulu diye bir şey getirdiler.

İyi okulların tamamını proje okulu yaptılar. Proje okuluna öğretmen veya yönetici atamayı bakan onayına bıraktılar.

Sınav şöyle dursun hiçbir ölçü gözetilmeden proje okullarına, başka bir deyişle Türkiye’nin en iyi okullarına yönetici ve öğretmen atanıyor.

Liselere giriş sınavını sıfır hata yaparak kazanan, yani sınavda hiç yanlış yapmayan öğrencilerin okuduğu okula, hiçbir tecrübesi olmayan öğretmen atanabiliyor.

Daha da beteri bazı proje okullarında ücretli öğretmenler bile ders veriyor.

Yöneticilikte kalite o kadar düşürüldü ki Türkiye’nin en iyi liselerinden birinin müdürü, okul bahçesinde mangal partisi düzenlemişti.

Eğitimin geldiği, getirildiği durum bu…

Çarpıklık sadece bu kadarla bitmiyor.

Geçmişte intihal yapan, yani başkasının kitabını aşırıp kendi kitabı gibi bastığı için YÖK tarafından profesörlük unvanı alınan ve üniversiteden atılan biri Milli Eğitim Bakanı atandı.

Hatta milli eğitimden o kadar uzaktı ki…

Bakan olduğu dönemde denetim için bir okula gider. Okulun, beslenme ve etüt okulu olduğu söylenir. Ne olduğunu anlayamaz… Hem babası, hem de annesi çalışan ailelerin çocukları kaydedilir, ders bitiminde çocuklar etüde kalır, diye anlatılır.

Bakanın tepesi atar, “Böyle şey olur mu, kapatın bu okulları” der.

Beslenme ve etüt okulları bakanın sözüyle bir gecede kapatılır.

Milli eğitim böyle idare ediliyor…

Çocukların ve özverili öğretmenlerin çabası olmazsa okuma yazmayı bile zor öğrenecekler…

***

Bir saatte gelen cevap

Balıkesir Necatibey İlköğretmen Okulunu 1940-1941 yılında bitirdim ve Muğla’nın Ula nahiyesine (şimdi ilçedir) bağlı Gölçük Köyünde öğretmenliğe başladım. Köy Muhtarı Ali Kerkük bana şunları anlatmıştı:

Benden önceki Muhtar Ali Tozluoğlu, bu köye kırk yıl muhtarlık yapmış değerli bir insandı. Okul onun zamanında yapılmıştır. Öyküsü ise şöyledir:

1929 yılında yani yeni harflere geçilmesinden hemen sonra, Atatürk’ün teşvikiyle köylerde bir okul yapma yarışı başlamıştı. Bizim köy, bu yarış başlamadan hemen önce, köye telgraf telefon teli çektirmeye karar vermiş ve Muhtar Ali Tozluoğlu’nu bu iş için görevlendirmişti.

Para toplanmış ve bir heyet halinde Nahiye’ye gidilmiş. Nahiye Müdürü, Karakol Komutanı ve Fırka Reisi, toplanan paranın maliyeye yatırılmasını, nahiyeler arası bağlantılar yapıldıktan sonra sıranın köylere geleceğini söylemişler. Muhtar’ın kafası karışmış, “Biz parayı kendi köyümüze hat çekilsin diye topladık, parayı verdiğimiz halde sıra beklersek köylüye ne deriz” dese de dinletememiş; parayı yatırması için ısrar, hatta baskı görmüş.

Bakmış olacak gibi değil; “Peki parayı haftaya getiririm” demiş ve doğru Muğla’ya gitmiş. Cebinde kendine ait bir altın lirası varmış. Postaneye gitmiş ve “Gazi Paşa’ya telgraf çekeceğim” demiş.

“Delirdin mi sen, Gazi Paşa’ya telgraf çekilir mi” gibi sözlere aldırmayarak ısrarla telgrafın hem de cevaplı olarak çekilmesini istemiş ve şu telgrafı yazdırmış:

“Gazi Paşa Hazretleri. Köylüden para topladım. Nahiye Müdürü, Karakol Komutanı ve Fırka Reisi, parayı telgraf ve telefon hattı çekilmesi için yatırmamı istiyorlar. Haberleşme önemli bir ihtiyaç bunu biliyorum. Ama köyde de okul yok. Çocukların okuması gerek. Şimdi sana soruyorum; telefon, telgraf mı ağır gelir, okul mu? Parayı nereye yatırayım?”

Telgrafı çektiriyor, parasını ödüyor ve Muğla’nın merkezindeki Memiş Dayı’nın kahvesine gidiyor, kahvesini içiyor, camiye gidip namazını kılıyor. Köye gitmek için yola çıkmaya bir türlü cesaret edemiyor. Ya iki jandarma gelir de “Sen kim oluyorsun da Gazi Paşa’ya telgraf çekmeye cesaret ediyorsun, onu meşgul ediyorsun” derlerse ne yaparım diye korkuyor.

Korkusuna rağmen yola çıkmak üzereyken telgraf memuru büyük bir telaşla “Muhtar, neredesin? Şimdi köye atlı çıkaracaktık, koş Ankara’dan cevap geldi, gel imzala, telini al” diyor. Atatürk’ün cevabı Ali Muhtar, daha camideyken gelmiş.

Atatürk, çektiği telde şunu yazıyormuş: “Muhtar seni gözlerinden öperim. Sorduğun soruya cevabım şöyledir; terazinin bir kefesine sadece Ula’yı değil, bütün dünyayı yirmi defa dolanacak tel çekmeyi, diğer kefesine senin köye okul yapmayı koysalar; senin köye okul yaptırmak ağır gelir. Sen topladığın parayı okul yaptırmak için kullan.”

Ali Muhtar telgrafın verdiği coşkuyla yola çıkıyor; daha yolu yarılamadan bir çocuk koşarak arkadan yetişiyor ve “Muhtar koş, Orman Müdürü seni istiyor” diyor. Orman idaresine gidiyor, okulun kereste ihtiyacının karşılanması için tahsis emrinin geldiğini, ne zaman isterlerse keresteleri alabileceğini öğreniyor.

Köye gidince Ali Muhtar’ın korktuğu oluyor ve iki jandarma geliyor. Ancak, jandarmalar muhtarı köye yapılacak okul için nahiyede yapılacak toplantıya çağırıyor. Daha sonraları köye; Nahiye Müdürü, Jandarma Komutanı, Fırka Reisi hepsi geliyor. Atatürk, Muğla Valiliğine emir vermiş, herkesten okulun yapılmasına yardım etmelerini istemiş. Okulumuzu 3,5 ayda yapıp 1929-1930 ders yılına yetiştirdik.

1941 yılında geldiğim Gölcük Köyünün o zamanki Muhtarı Ali Kerkük, bana bunları anlattı. Okulun kayıtlarını inceledim, köyde araştırma yaptım. 1928 yılında köyde okuma yazma bilen hemen hiç yokken, 1941 yılında okuma yazma oranı yüzde 86’ydı. Köyün bütün çocukları okula gidiyordu.

(Metin Aydoğan’dan alıntıdır)

***

TEBESSÜM

Hata

Öğretmen, matematik dersinde bir problem sorar. Dursun parmak kaldırır, fakat soruyu yanlış yapar.

Öğretmen, sınıfa dönerek sorar:

- Dursun’un ilk hatası neydi?

Temel cevap verir:

- Parmak kaldırmasıydı öğretmenim!

***

 GÜNÜN SÖZÜ

Sadece bir iyi vardır, bilgi; sadece bir kötü vardır, cehalet.

Sokrates