Asya’nın merkezinde Kırbaç zamanı

Sibirya soğuğu, kırbaç gibi yüzümüzde şaklıyordu... İyi ki üzerimde termal giysiler vardı... Eylül ayının ilk haftası, hava biraz soğuk, parçalı bulutlu ve zaman zaman da yağmurlu idi... Uzaktan başı dumanlı Sayan Dağları bizi selamlıyordu... Hemen önümüzden Yenisey Irmağı dingin akıyor ve onu besleyen Şaman otağı ve Budist tapınağına can veren Kırk göze pınarları kucaklıyordu... Yenisey Irmağı, Sayan Dağları’ndan çıkıp Tuva’nın başkenti Kızıl’ın içinden akmaktadır. Irmağın kıyısında yüksek bir platform üzerine yapılmış olan Asya’nın Merkezi Anıt önünde, Kızıl’ı ziyarete gelen hemen herkes, bir hatıra fotoğrafı çektirmeden gitmiyor. Ben de rehber arkadaşımla birlikte aynı karede poz verdik. Anıtın yakınında bulunan dilek ağacına kurdele bağlamayı da unutmadık elbette... Buradan yürüme mesafesiyle 15 dakika öteden bulunan Düngür Şifa Evi’ne gittik. Üç Şifacı Kutsal Şaman kadın bizi karşıladı. Ellerini öptüm ve kucaklaşıp, selamlaştık. Tüm konukseverlikleriyle beni karlıladılar. Şifalı bitki çayı ikram ettiler... Ve soğuktan etkilenmemek için votka içmemi istediler.

Geleneksel Şaman giysilerine bürünmüş kartal başlı Şifacı Şaman kadın evin avlusunda ateş dansı yapmaya başladı... Beni yanına çağırdı ve etrafımda dönerek, beni kutsuyordu... Daha önce de Dünya şamanlar Birliği Başkanı Dr. Monguş Kenin-Lopsan’dan trans olmak için bir ayine katılmak istediğimde, bana tepki gösterdi ve asla böyle bir şey yapmayacağını vurgulamıştı. Trans sırasında kendimden geçip, geri dönemeyeceğimi söylemişti. Benzer bir teklifi, burada Şifacı Kutsal şaman Ana’ya yaptım ve bana “Hazır mısın?” dedi. Ben de “Evet” diyerek, kendimi ona teslim ettim. Ve kötü ruhlardan arınma töreni başladı... Kutsal ateşin alevleri bedenimi sarıyordu... Şifacı kadın anlamadığım sözlerle etrafımda ve çevremdeki kötü ruhları kovuyordu... Elinde ahşap bir sopaya bağlı hayvan penisinden yapılmış kırbaçla hızlıca bedenime vuruyor ve acı hissetmiyordum... Bu kırbaçlama töreni epeyse sürdü... Sonra beni ellerimden bir ağaca bağladılar, ekşimiş ve alkollü içecekten içirdiler... Kendimden geçmeye başladım... Ateşin üzerine kuru yüzerlik otuna benzer bitkiler atılıyordu, hoş koku ve keyf veren dumanın ve alevin arasında uyumaya başladım... Trans halindeydim... (Uyandığımda neler gördüğümü anlatmayacağım...) Şifacı Kutsal Şaman Ana bana, kendi el yazısı ile artık bizim vekilimizsin belgesi verdi. Bunu saklamamı istedi... Tüm bu yaşanılanlar; Atalarımızdan bize kalan, Anaerkil sosyal sistemin kadim zengin kültürel mirası algısını özümsemek; Özgürlük, kardeşlik, barış, iç huzur ve doğanın nimetlerini ihtiyacımız kadar olan payla bölüşmek anlamında; “İnsan, Kadın, Doğa ve Şamanlık” başlığı altında, Gök Tanrı Tengri / Umay’a erişmek, maddi yaşamımızı şekillendiren ruhlar aleminde dans etmek ve kendi özümüze dönmek ya da tüm kötülüklerden arınıp, içsel yolculuğa çıkmak olarak da özetlenebilir... Bize sunulan ömür dilimi içinde; çevreyi korumak, doğada var olmak, yaşama dokunmak ve sevgiyi sebil eylemek bu olsa gerek...

Tüm bunlar olursa; aç gözlülük, sömürü, açlık, yoksulluk, savaş, terör, kan, gözyaşı; faydacı, çıkarcı, bencil, ele geçirmeci ve yaşadığımız doğayı yok etme güdümüz ve sosyal eylemlerimiz asla olmayacaktır... Kendi neslini ve yaşadığı doğayı yok etmek için planlanmış, kötü ve kirli bir insan nesli olmamalıdır...

Tüm bunlar için, asla bir din olmayan Şaman (Kam) Kültürü yeniden okunup, öğrenilmelidir. Her yaştan ve her coğrafyadan herkes bu kültürle tanışmalı ve özümsemelidir... Bu bağlamda, Tuva Şamanları belgeseli ve kitabı; önemli bir yaşanmışlık öyküsü ve ciddi bir belgesel araştırmadır... Haydi canlar, Kam dansı başlıyor…

Devamı yarın…