Avrupa kararını verdi ve Türkiye'yi yeniden 13 yıl önceki konumuna getirdi. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Türkiye'yi siyasi denetim altına alma kararı verdi. Yani, 2004 yılında büyük şölenlerle kutladığımız o "şanlı" günün gerisine düştük yeniden. Türkiye, denetim sürecinden çıkarılıp, tekrar denetime alınan tek ülke oldu aynı zamanda. Oligarkların siyaset ve ekonomiyi parsellediği, mafyanın hâlâ ciddi bir gücünün olduğu, insan hakları ihlallerinin "sıradan" hale geldiği Bulgaristan, Romanya gibi ülkelere yapmadığını yaptı Avrupa. Zaten hiç bir zaman Türkiye'yi "tam üye" yapmak gibi bir düşüncesi yoktu AB'nin. Tansiyonun daima yüksek olduğu, global güçlerin mezhepler ve laboratuvar terör örgütleri eliyle yürüttüğü savaşın arenası Ortadoğu ile Avrupa arasındaki "tampon" misyonunu biçmişti Avrupa bize. Bir de, fason üretime "ucuz işçilik" geniş bir pazar olarak görüyordu Türkiye'yi.

Türkiye'nin ihracatının büyük bölümünün Avrupa ülkelerine olduğunu, milyonlarca vatandaşımızın "çifte vatandaş"lık üzerinden tehdit altında olduğunu gözönüne alınca, hiç de hoş olmayan bir manzara bu...

Türkiye'nin, AB yolculuğunu askıya alıp bundan sonra kendisine yeni yol çizmesi en doğal hakkı. Bunu yaparken, vatandaşlarına "bireysel haklar ve özgürlük" için AB'nin şart olmadığını net bir şekilde göstererek tabi.

* * *

Türkiye, tarihinde bir-iki kez yaşadığı ciddi bir yol ayrımında. Bir yanda, içimizde Avrasyacı kanadın ifade ettiği Rusya ve Çin gibi devlerin olduğu Şanghay'a giden yol. Diğer yanda Trump Amerikası'nın bize yüklediği yeni misyon. İkisinin bir arada yürümesi veya ikisi arasında dengeli bir politikayla kıskaçtan sıyrılmak pek mümkün gözükmüyor. ABD ile Şanghay cephesi arasında tercihe zorluyorlar bizi.

Rusya ekonomik kararlarla sıkıştırıyor. Önümüze yeni askeri alternatifler sunuyor, Güney Akım Doğalgaz Projesi'yle yeşil ışıklar yakıyor. Esad'ın varlığını kabul etmemiz karşılığında...

ABD ise, Trump'la birlikte yeniden hedef tahtasına koyduğu İran'a karşı Türkiye'den tam destek istiyor. Suriye'de "vekil örgütler" aracılığıyla savaştığımız İran'ı tecrit eden ülkeler arasında yer almamız isteniyor.

ABD'nin bu tavrı, daha 7-8 yıl öncesinden çizilen bir yol haritasının beklenen hamlesi aslında. BOP'un yoğun olarak tartışıldığı, Arap baharı aldatmacasının henüz Irak'ı kan gölüne çevirdiği dönemlerde, "Irak'tan sonra sıra Libya'ya, ardından Suriye, İran ve Türkiye'ye gelecek" diye uyarılarda bulunanların sesleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Birisi de rahmetli Prof.Dr.Necmettin Erbakan'dı... Irak'tan sonra sıra Libya'ya geldi, sonra Suriye'ye... Trump'la Beyaz Saray'ı yeniden ele geçiren Cumhuriyetçiler, Obama döneminde revize edilen "vahşi BOP"u yeniden güncelleyip devreye soktu yani.

* * *

Obama'nın koltuğa oturduğu dönemde, kendisine Türkiye açısından önemli misyonlar yükleyenler oldu. "Hüseyin Barack Obama"nın Müslüman olduğu, bu yüzden İslâm dünyasına barışın hakim olması için önemli adımlar atacağı pompalanıp durdu. "ABD'ci Müslümanlar" türedi. Ama Obama, kendisini o koltuğa oturtan güçlerin ve misyonun gereğini yerine getirerek Türkiye için hiç de hayırlı sonuçlar doğurmayacak adımlar attı. Terör örgütü "meşru müttefik" oldu, ağır silahlarla donatıldı. Yine, görevden almak zorunda kaldığı general Filyn'in raporlaştırdığı "DAEŞ ve cihadist örgütlere örtülü destek" de Obama döneminde gerçekleşti. Obama "barışçı" görüntü altında Suriye'de savaşın tansiyonunu düşürmüş gözükerek, bir anlamda DAEŞ'in de "meydanı boş bulup" güçlenmesinin mimarı oldu.

Obama'dan umduğunu bulamayanlar, hatta hayâl kırıklığına uğrayanlar Trump'tan medet ummaya başladı.

ABD'nin, BOP'un ilk adımı olan Irak'ı işgal döneminde, Türkiye'de kamuoyu oluşturulması için Soros aracılığıyla 500 milyon dolarlık fon, sanki yeniden devreye girmiş gibi manşetler atılmaya başlandı. 16 Nisan referandumunun ardından Trump'un Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı arayıp söylediği "Birlikte yapacak çok işimiz var" sözü, 8 sütuna övgü manşetine dönüştü. Beyaz Saray anında açıklama yapıp "Başkan Trump, Erdoğan'ı tebrik etmedi" diyerek haberin sadece bir bölümünü yalanladı, can alıcı bölümüne dokunmadı.

1970'li yıllarda 6.Filo'ya karşı çıkanları taşlayanlar gibi, Trump'un "Birlikte yapılacak çok işimiz var" sözüne sarılanlara şaşırmamak mümkün değil. O işler ne sorgulamayalım mı? Büyük İsrail Projesi'nin "kurşun askeri" olmaktan bahsediyorsa eğer Trump, buna karşı çıkmayalım mı? NeoCon'ların "müttefik" seçtiği Suriye PKK'sıyla aynı cephede savaşalım mı? Rothschild'ler adına Kissinger'in bize biçtiği rolü, hiç sorgulamadan ve yolun nereye çıktığını hesaplamadan aynen oynayalım mı?

Avrupa'yla uzaklaştık, ABD ve Rusya arasında da sıkışıp kaldık. Türkiye'nin "çıkış yolu"nu konuşması gerektiği dönemde, ne kadar boş beleş şeylerle uğraşıyoruz fark ettiniz mi?