Ahmet Kutsi Tecer’in sevdiğim şiirlerinden biri şöyle:
“Geceleyin bir ses böler uykumu
İçim ürpermeyle dolar, nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki onu,
Aşığıyım beni çağıran bu sesin.
Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider
Gün olur peşimden yürür beraber
Ansızın haykırır bana; nerdesin?
Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben...
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana "Gel" desin.
Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer, Nazım Hikmet denilince orada Şükufe Nihal’i de anmak gerekir:
Güldümse inanma, bil ki bu gülüş
Güldüğüm sabahın bir rüyasıdır
Dudaklarımdaki acı bükülüş
Veda akşamının sonsuz yasıdır.
Hangi kudret var ki solan ruhuma
Senden sonra yeni bir ışık versin
Söner gün geçince bu hain humma
Ağlar mıyım başka acıyla dersin?
Bir salgın alevsin içimde bugün
Yakmaya en sönmez yerden başladın
Eriyip sönersem ancak büsbütün
Sevmiş diyeceksin beni bu kadın...
Bir zamanlar üç arkadaş varmış. Aşk, Dostluk, Güven…
Üçü bir arada oldu mu harikaymış her şey.
Gün gelmiş Aşk'ın işi çıkmış. Eh. Meslek bu kolay mı? Ama aralarından ayrılmadan önce söz vermiş onlara.
“Beni özlediğinizde gelin,” demiş; “Uzaklarda olmayacağım. Nerede gözleri arzuyla dolu birbirine bakan bir çift görürseniz ben oradayım.”
Ve ayrılmış yanlarından.
“Peki” demiş Dostluk, Güven'e; “Madem öyle bende yoluma düşeyim. Görev çağırır. Ama merak etme, nerede birlikte ağlayan iki insan görürsen bil ki ben oradayım.”
Güven ağzını açmış veda etmek için ama Dostluk ayrılmış arkadaşının yanından. Onun son sözünü dinlemeden! Ve gitmiş uzaklara.
Güven sessizce içinden geçirmiş elinde olmadan.
“Beni Kaybederseniz, Bir Daha Asla Bulamasınız!”
Galiba biz güveni kaybettik.
Nerede o sevgiler nerede aşk alevleri. Zamanımızda her şey bir tuş mesafesinde…
Dertleşmek istiyorsan 1 tuşla, birine sarılmak istiyorsan 2 tuşla, eğlenmek için 3 tuşla, hepsini istiyorsan benim numaramı tuşla.
Beni kaybedeceksin aşkım. Çünkü cep telefonumu satıyorum.
Bataryası zayıf hayallerimizin kapsama alanı dışında kalan kesimlerine şebeke hatası nedeniyle ulaşamadık. Şimdi yüreğimde ful çeken hattımla seni seviyorum.
Sevgilim, seni TV kumandasından, futbol topundan, pazar gazetesinden çok daha fazla sevdiğimi söylemiş miydim?
Eski ile yeni arasında değişmeyen bir şey var. Kalbe giden yolun mideden geçtiği. Ya da kimi kimselerin bir çift gözle gördüklerini kimilerinin kalp gözüyle gördüğü ve kimilerinin de mide gözüyle baktıkları:
Sen kadayıf kadar tatlı, lahmacun kadar sıcak, çiğ köfte kadar yakıcı, dolma gibi çekici, bulgur gibi asil ve içli köfte kadar dayanılmazsın.
Hey garson! Bana kalbim kadar yanık döner, düşüncelerim kadar karışık bir salata, açılarım kadar koyu bir kahve getir.
Ask dolmaya benzer, iyi sarılmazsa pişerken dağılabilir.
Sevgilim duygularım vişne kaymak yani karmakarışık.
Sabahları kahvaltı yapmıyorum çünkü seni düşünüyorum. Öğlenleri yemek yemiyorum çünkü seni düşünüyorum. Gece olunca uyuyamıyorum çünkü acım.
Şekerden evimiz tuzdan hayallerimiz vardı. Ne yazık ki dun yağmur yağdı.
Sen likör gibi tatlı, tekila gibi çarpıcı, viski gibi asil, konyak gibi sıcak, şampanya gibi özel, şarap gibi tutkulu, malibu gibi egzotik, kokteyl gibi muhteşemsin.
Hepsi bir yana da; bir süre önce kaybettiğimiz Enver Demirbağ’dan alınan bir türkü var. Bir elma ile sevgiliyi hissetmeyi ne kadar güzel anlatmış. Dinlerken türkünün içinde eriyorum:
“Mendilim işle yolla
İşle gümüşle yolla
Diyar yar haldan bilmez diyar yar
Söz anlamaz ne çare
İçine beş elma koy
Birini dişle yolla
Diyar yar halden bilmez diyar yar
Geçti ömrüm ne çare…”