Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref Bey, Anadolu Bağdat Demiryolu hattının son durağı olan El Muazzam istasyonundadır. Telgrafla bir haber ulaşır:
“Çanakkale Savaşında ordumuz muzaffer oldu. Düşman mağlup, mahcup ve mecruh (yaralı) olarak çekiliyor...”
Orada bulunanlardan biri haberi duyunca Kuşçubaşı Eşref Beyin boynuna sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamağa başlar. Bu hıçkıran vatanperver, yüreği yanık memleket evladının adı, Mehmet Âkif’tir...
Mehmet Âkif, büyük vatan sevgisi ve meftun olduğu Türk istiklal ve hürriyet sevdasıyla yavaşça kalabalığın arasından sıyrıldı. Gerisi Kuşçubaşı Eşref Bey anlatıyor:
«...Ay bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. Sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar....
İşte Çanakkale'ye layık o büyük destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi... »
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi
En kesif orduların yükleniyor dördü - beşi...
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış, ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı
Nerde gösterdiği vahşetle «bu bir Avrupalı»
Dedirir - Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş açılıp mahbesi, yahut kafesi.
«Sabahleyin, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasib olan rahatlığıyla yüzüme derin derin baktı: Artık ölebilirim Eşref! dedi. Gözlerim açık gitmez!.”
Akif onurluydu. Halkalı Ziraat Mektebinde, lisan derslerinde birinciydi. Bir hocasının okul birinciliğini Ermeni bir öğrencinin alacağını ihtar etmesi üzerine günlerce ders çalıştı ve okulu birincilikle bitirdi.
Ermeni bir güreşçinin idman tutmak amacıyla güreştiği bir öğrenciyi hırpalaması onuruna dokundu. Güreş dersleri aldı. Ermeni güreşçiye kendisiyle güreşmeyi önerdi. Rakibinin gücü karşısında tekniğiyle bir kaç dakika içinde galip geldi.
Üzerine kimseyi almayan Doru isimli ata binmeyi ve uysallaştırmayı başardı. Boğazı yüzerek geçti. Saatlerce yürümekten hoşlanır, taş atma yarışlarına katılırdı.
Akif'in hayatını ve ahlakını oluşturan en önemli unsur "kendi kendisi" olmaktı. İnancında, sanatında, yaşantısında, kendi adına ve toplum adına konuşurken hep aynı insandı.
Bu ilkeli ve bütünlüklü kişilik Akif'i bir erdem anıtı haline getirmişti. Yalçın kaya gibi sert, sağlam ve muhteşem karakteri engin bir hoşgörü ile taçlanırdı. Cehalet, taklitçilik, ilkesizlik, kibir ve şarlatanlık dışında her kusuru özellikle kendisine karşı işlenen kusurları büyük bir hoşgörü ile karşılardı.
Mehmet Akif, «Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" inancındaydı. Veteriner İşleri Müdür Yardımcısı görevini üstlendiği yıllarda Veteriner İşleri Müdürünün bir haksız karar ile azledilmesi üzerine görevinden istifa etti. Kendisine bu hareketinin sebebi sorulduğunda başkasına yapılan haksızlığa tahammül etmesinin mümkün olmadığını söylüyordu. “Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış demektir” diye 20 yıllık memuriyetine istifa etmişti.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam.
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale
Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum.
Kesilir belki fakat, çekmeye gelmez boynum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim
Adam “aldırmada geç git” diyemem; aldırırım
Çiğnerim çiğnerim Hakkı tutar kaldırırım.
Hiç kimse Âkif’in verdiği sözden döndüğünü, hangi şartlarda olursa olsun sözünden bir sapma gösterdiğini görmemişlerdi. Balkan harbinin yaşandığı zor günlerde Âkif, geçimini sağlayacak yeni bir iş bulmuş değildir.
Yarınki yazımda Akif’in hayatından hisse alabileceğimiz birkaç anekdot yazacağım.