Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde bir araştırma görevlisinin, dekan yardımcısı, fakülte sekreteri, öğretim üyesi ve okutmanı, silahla öldürmesi Türkiye'nin gündemine oturdu...

Ne tarafından bakarsanız çok vahim bir durum...

"Ne ekerseniz, onu biçersiniz" diye bir atasözümüz var...

Yaşanan bu vahşet, üniversitelerde bugüne kadar yapılanların bir sonucudur...

Eskiden üniversitelerde karşıt görüşlü öğrenciler arasında kavga olurdu...

Şimdi ise üniversitelerimizde öğretim görevlileri, hatta idari personel arasında ayak oyunları, asılsız şikayetler. kişisel husumetler ve kavgalar yaşanıyor..

Hak eden, araştıran ve çok çalışan değil de, adamı olan, ayak oyunlarını iyi oynayanlar yükseliyor, başarılı gösteriliyor...

Tek makalesi olmayanlar bir anda doçent, bir tek kitap yazmayanlar anında profesör oluyor...

Çok çalışan, varını yoğunu araştırmalarıyla ortaya koyanlar ise hak ettikleri halde yükselemiyor, unvan alamıyor. Yetmiyor, şikayet ediliyorlar, gereksiz yerde soruşturmalarla uğraşıyorlar. Kimi zaman sürgün ediliyorlar...

Ayak oyunları makam getirirken... Kariyer ve liyakat hak getire...

Hal böyle olunca, kişisel husumetler artıyor, kavgalar, çekişmeler yüzünden ilim yuvası olması gereken üniversiteler, bu tür tatsız olaylarla anılıyor.

Uzağa gitmeye gerek yok...

Son bir ayın gazetelerine bakın veya internette kısa bir araştırma yapın.

Üniversitelerimiz ve üniversite hocalarımız en çok hangi konularla gündeme geldi.

Kaç üniversitenin başarısını konuştuk. Kaç profesörün veya doçentin yaptığı araştırma, yazdığı makale veya yazdığı kitap haber oldu.

Üniversite hocaları, Arap şeyhi kıyafeti ile haber oldu, "Cahillerin ferasetine güveniyorum" diyenler haber oldu...

İlim yok, araştırma yok, başarı yok..

Ayak oyunu, çekememezlik, makam sevdası herşey vardı.

Bir tek cinayet eksikti, o da maalesef oldu..

Bu kafa ile devam edilirse...

Allah beterinden korusun...

****
Kıymet bileni bulabilmek

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip bir nesne verip; "Oğlum, bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en son da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir."

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar; "Bu benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna on lira veririm" der.

Son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.

"Bu kadar değerli bir mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve "Buna kaç lira istiyorsun?" diye sorar.

Öğrenci, "Siz ne veriyorsunuz?"

"Ne istiyorsan veririm."

Öğrenci, "Hayır veremem" diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:

"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Değerli taşı alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçenleri anlatır.

Bilge sorar:

"Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"

Öğrenci; "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir:

"Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir. Mesele kuyumcuyu bulmaktadır..."

***

TEBESSÜM

Üç ay

Hakim, Temel'a sorar:

- Davacıya borcunu ödemiyorsun, neden?

Temel boynunu büker:

- . Vereceğim vermesine de, "Bana üç ay mühlet ver" diyorum vermiyor, üç yıldır beni oyalıyor Hakim bey.

****
GÜNÜN SÖZÜ

Senden önce gelenlerden ibret al; ama senden sonra gelenlere ibret olma.

Socrates