Geçtiğimiz hafta içinde öğretmenler günüyle ilgi yazılarımın birinde Zeki Ömer Defne’nin “Ziller Çalacak” şiirini paylaşmıştım. Bugün kendisinden söz edeceğim.

Hastanede, muayene sıramı beklerken koridor duvarında bir fotoğraf veya tablonun röprodüksiyonunu gördüm. Uzakta pırıl pırıl bir deniz. Geniş ve uzun bir çölü andıran kumsal, kumsalda çürümeye bırakılmış köhne bir tekne. Zeki Ömer Defne hocamın “Kıyıdaki Tekne” şiirini hatırlamaya çalıştım. “Ah!” dedim. “Bu şiiri resmin bir yerine koysalardı.”

“Kurudum da kadid oldun kumlarda             

Sefer bekleye bekleye her gün ben            

Enginlerden bir rüzgâr esmez mi serin serin    

Pul pul ürperişler geçer içimden                

Bir gün atlayıveresim gelir şu kıyılardan

Işıl ışıl yeşil yeşil sulara

Al başını çek git der deli gönül

Verip kendini bir büyük rüzgâra

Ta yanı başında durup da böyle

Hasretini çektiğim şeylere  hasret gitmek

Hem tut o sular için halk ol hayat ol

Hem tut sonra o sulara hasret çek

Biraz dalacak olsam ta içimden bir şeyin

Çıkıp dolaştığını duyuyorum denizde

Ama öyle bitirmiş ki kum beni

Ardından bir türlü gidemiyorum işte

Bazen ayak sesleri duyarım dört yanımda

Bakarım masmavi levent bir umut

Bakarım sülün gibi bir serene sarılmış

Püfür püfür bir bulut

Başımı bordamı dövsün dalgalar

Tuzlar tahtalarımı ısırsın istiyorum

Çek beni fırtına çek beni deniz

Bırak beni sahil bırak beni kum

İnsaniyetinize sığınıyorum

Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, daha dün gibi hatırlıyorum. Pera Palas toplantılarımızda Zeki Ömer Defne de bulunurdu. Çakır gözlerinin içinden yayılan kıpır kıpır gülümsemesiyle, titrek sesiyle bize şiirlerini okurdu. Doyamazdık ama, hocamız yorulmasın, incimesin diye ne yapacağımızı bilemezdik. Onu kaybedişimizin üzerinden yirmi dokuz yıl geçmiş. Bir çocuğun doğumundan çoluk çocuk sahibi olancaya kadar geçen zaman. İnsanın durun yıllar diye haykırası geliyor. Bilmem bir edebiyat mahfilinde Zeki Ömer’i anarlar mı? Çankırılılar ve binlerce öğrencileri ne yaparlar, bilmem ama, ben ölüm yıldönümünde onu anmadan geçemedim. 

Sesi kulaklarımda:

Yine eller beyaz beyaz,

Niyazdan mı geliyorsun?

Malihulyaya dönmüşün,

Boğaz'dan mı geliyorsun?

Mavilerin hâre hâre,

Seni döndürmüş bu şehre.

Kemer bir nefs-i emmâre,

Bir hazdan mı geliyorsun?

Hangi dağa sığınmışlar,

El'aman halinde kuşlar?

Niye havalanmış kaşlar?

Pervazdan mı geliyorsun?

Geliş Rast'ta karar gibi,

Boy-bos Evc'e firar gibi,

El bir makam arar gibi...

Dost, sazdan mı geliyorsun?

Gel ey, göğsü gül nakışlım!

Gülü mâsiva kokuşlum!

Benim İstanbul bakışlım,

İlkyazdan mı geliyorsun?

Hep yazıyorum.  Cumhuriyet yolunu aydınlatanların başında öğretmenler gelmekte. Cumhuriyet döneminde güzel sanatların her dalında eser veren sanatçıların çoğu öğretmen kökenli.  Bunların ikisinden söz etmek istiyorum. 2 Aralık 1992 günü aramızdan ayrılan Zeki Ömer Defne ve 2 Aralık  1994 günü aramızdan ayrılan Orhan Şaik Gökyay.

Zeki Ömer Defne, 1903 yılında Çankırı'da doğdu.    Öğrenimini Ankara'da İlköğretmen Okulu'nda tamamladı. İlkokul öğretmeni olarak görev aldı. Sonra 1939 da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Kabataş ve Galatasaray Liselerinde öğretmen olarak çalıştı.

İlk şiiri 1923 yılında Çankırı Hak Yolu gazetesinde yayımlandı. Halk Edebiyatı geleneklerine bağlı ve hece ölçüsünde şiirler yazdı. Erzincan depremi için yazdığı “Bu Memleket Böyle Ağlar” isimli bir ağıtıyla sevgi ve ün kazandı.

Erzincan’dan Isparta’ya İstanbul’dan Konya’ya kadar, yerel bir üslûpla ele aldığı yurt güzellemeleriyle tanındı. Şiir kitapları; Denizden Çalınmış Ülke, Sessiz Nehir, Kardelenler adlarıyla yayınlanmıştı.

Öğretmenlerin öğretmeni Zeki Ömer Defne’yi rahmet dileklerim ve saygı ile anıyorum. Gelecek yazımda onun yoldaşı, Orhan Şaik Gökyay’ı anlatacağım.