Türkiye, dış dünyaya pencerelerini açtığı günden bu yana ekonomik ve kültürel saldırının ardında. Hızlandırılmış tarihi süreç yaşadığımız günleri getiren dönemlerde de bu saldırı hız kesmeden devam etti. Hatta bize ait kültürel değerlerin üzerinden her gün defalarca silindirle geçildi, un ufak etmek için iletişim araçları adeta seferberlik ilan etti. "Psikolojik harp" bu saldırının isimlerinden bir tanesi. Psikolojik harbin en büyük silahı da medya.

Cuntacı ihanet şebekesinin ülkeyi getirdiği uçurumun kıyısında sert bir fren yaparak durmayı başardık. Ama son sürat felakete giderken "millet"e toslayarak durduğumuz kıyıda bir ileri bir geri sallanıp duruyoruz. Uçuruma yuvarlanma tehlikesini henüz atlatmış değiliz.

Cuntacıların ve onlara lojistik destek veren "psikolojik harp" neferlerinin yıllarca bizlere "hain" olarak göstermeye çalıştığı Balyoz sanığı bir komutan işte bu yüzden "Bir şelaleye doğru hızla gidiyorduk. Bir dala tutunup kurtulduk. O dala sımsıkı sarılmalı, kırılmaması için uğraşmalıyız" sözlerini sarf etti. Durumu bir başka şekilde anlatmaya yetecek sözler bunlar ve herkesin ciddiye alması gerekiyor.

* * *

Darbe öncesi psikolojik harp dinamikleri tüm unsurlarıyla "seferberlik" ilan etmiş, en kötü seçeneği bile "ehveni şer" görmemiz için var gücüyle abanmıştı. Aynı bombardımanı Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalar sürerken de yapmamışlar mıydı? En demokrat, adaletçi, hakkaniyetli görünen isimler bile daha mahkemeler başlamadan teker teker "zanlıları" çarmıha germiyor muydu?

O günlerdekinden daha beter bir bombardıman var şimdi. Her yerden bilgi, belge, plan yağıyor. Kimi doğru çıkıyor, kimi de yalanlanıyor sonradan. Ama yalan bilgiyi duyan, yalanlamayı duymadığı için "zehirli fikirler" sarmaşık gibi beyinlerde yayılıp, "bulaşıcı virüs" gibi fısıltı medyasıyla milyonları sarıyor.

İşte o yüzden "uçurumun kenarında durduk ama uzaklaşmadık" hissi doğuyor bende.

Bu kadar bilgi arasından vatandaşın doğru hangisi, yanlış hangisi seçme şansı yok. Televizyonların, gazetelerin haber merkezleri başta olmak üzere tüm habercilerin ince eleyip sık dokuyarak "psikolojik harp neferi" olmaktan kaçınmaları, hem millete, hem de ülkeye karşı sorumluluklarıdır. Geçmişte yapılan ve bugün telafi edilemeyen yanlışlar, büyük tehditleri de beraberinde getirebilir çünkü.

* * *

Örneğin, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar'ın darbe gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la arasında yaşandığı iddia edilen diyalog. Sözde, komutan "sizi korurum" dediği Cumhurbaşkanı'nı İstanbul'a gelmesi için ikna ederken bir siyasi parti liderini kendisine referans göstermiş ve "Beni ona sorun" demiş.

Bu iddiayı neredeyse yalanlanana kadar tüm televizyon ekranlarında, gazete sütunlarında gördük. Cumhurbaşkanlığı kaynakları böyle bir konuşmanın yaşanmadığını açıkladı. Şimdi aynı insanlara nasıl ulaşıp da "Yanlış bilgiymiş, olmamış böyle şeyler" diyeceksiniz?

Bir ikinci "yeni dünyanın savaş taktiği" de, ülkenin yönetici kadrosunu kuşatma altına almaktır. Derin ABD'nin güdümünde dini ve manevi hassasiyetleri de kullanarak "ılımlı İslam" etiketiyle Türkiye'ye kumpas kuran FETÖ'nün ortaya çıkan en belirgin yöntemi bu.

Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı dahil, tüm kuvvet komutanlarının ve kritik birliklerin komutanlarının, yaverleriyle kuşatılması gibi...

Bakanların, siyasetçilerin en yakınındaki "danışman" veya "müsteşar", "müşavir" unvanıyla bulundurduğu insanları ele geçirmek, kısmen o bakanlığı ele geçirmek değil midir?

Bir gazetenin haber kritiklerinin yapıldığı ve "mahrem yeri" olarak kutsanan "yazıişleri toplantıları"nda, üretilmiş bilgileri sahte belgelerle ortaya sürecek gazeteciler bulundurmak da, o yayın organını kuşatmak değil midir?

* * *

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe'de TBMM'deki iki partinin liderlerini kabul ederek "cinnet gecesi"ni konuştu. Görüşmeye dair anlatılanlara bakınca bir çarpıcı gerçekle daha yüzleşiyoruz. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a TRT'yi şikayet etmiş.

Gazeteci Muharrem Sarıkaya'nın aktardığına göre Cumhurbaşkanı Erdoğan bunun üzerine "Ben senin TRT'ye çıkmadığını bilmiyordum. Böyle şey mi olur? TRT, iktidara ne kadar yer ayırıyorsa, size de o kadar yer ayırmalı" demiş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Başbakan ve bakanların yanında tüm siyasi parti liderlerinin yakın çevrelerini ve bilgi kaynaklarını, danıştıklarını iyi seçmeleri gerektiğini bir kez daha görüyoruz. Bilgi kaynakları, danışmanları liderleri kandırabiliyor, yanıltabiliyor, aldatabiliyormuş demek ki!

Oturup bizim gibi gazete okuyacak, internette haber gezintisi yapacak, ajansı tarayacak değiller ki! Yakın çevresi ne kadar yansıtıyorsa onlarla sınırlı bildikleri, ülkeye dair gördükleri.

İşte o yüzden, liderler önce "kuşatmayı" yarmalı, medya organları da "psikolojik harp neferi" olmak yerine sadece ama sadece gerçekleri yansıtmalı. İdeolojik körlüğün yolu daima uçuruma çıkıyor çünkü.