CHP'deki "Atatürk portresi krizi" veya Selin Sayek Böke'nin "vaftiz edilmiş bir Hristiyan" olması ilginizi çekiyorsa bu yazı size göre değil.

Eğer, Bülent Arınç'ın çıkışı, Hüseyin Çelik'in sitemi ve ardından devreye giren "troliçelerin" Lawrence çıkarmalarıyla ilgileniyorsanız, Cemil Çiçek'in "soğan" ayarını iyi okuyun derim. Arınç ve Çelik'in "soğan doğrayan arkadaşlar" olduğunu söyleyen Çiçek, bir nevi diğerlerine de "Pişmiş yemeğe üşüşmüş, hariçten gazel okuyanlar" muamelesi yaptı.

Eğer, bu tartışmadan yeni bir siyasi parti veya muhalefete güç akışı bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Eğer, ilgilendiğiniz konuların başında geliyorsa bu polemik, size göre de değil bu yazı.

Bu yazı, hiç kimsenin fikir dayatması altında kalmaksızın, ülkenin ve bölgenin içinde bulunduğu durumu işaret etmek için kaleme alındı.

Hani, "Suudi Arabistan'la birlikte Suriye'ye karadan girecek miyiz?" diye bir tartışma var ya!..

Hani, bizim bu sütundan 15 Aralık'ta dillendirdiğimiz Sykes-Picot anlaşması, siyasetin gündemine oturdu ve Başbakan dahil birçok kişi artık bunu ciddi ciddi gündeme getiriyor ya!

Hani, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'ye "Bizimle mi dostsun, PYD ile mi?" diye haklı bir soru soruyor ve Washington'dan gelen bir ses "PYD bizim partnerimiz" diyor ya!..

İşte o yüzden beni ne bir milletvekilinin dini kimliği ilgilendiriyor, ne de eski siyasetçilerin "gecikmiş" ve "nafile" beyanatları...

* * *

Beni önce ülkenin içinde bulunduğu durum ilgilendiriyor. Türkiye, açık ve net içinde bulunduğu savaşı nasıl kazanacağımız ilgilendiriyor. Evet, savaş içerisindeyiz ve bu savaşta kaybedilecek bir çakıl taşının bile telafisi yoktur.

Hava kuvvetleri sık sık düşman karargahlarına bomba yağdırıyor mu? Evet...

Kara kuvvetleri, hatta bordo bereli özel birlikler cephe savaşı veriyor mu? Evet...

Ama bir mahalle, ama bir ilçe, silahlı kuvvetler ele geçirmek için, tankları dahil zırhlı araçlarıyla gece-gündüz çatışma içerisinde mi? Evet...

İşte bu bir savaştır... Hem de çok çirkin, kirli ve adice bir savaştır. Çünkü, düşmanın içinden çıkmış, destekçileri de omuzdaş saydığın ülkeler...

* * *

Bu savaş, öyle "1984 Eruh baskınıyla başladı" gibi basit izah edilebilecek bir savaş değil.

Tarihi sürecine bakınca miladı 1800'lü yıllara kadar dayanan bir savaş bu. Hatta ve hatta, 1700'lü yıllarda İngilizler'in yetiştirip içimize saldığı "din alimi" kılıklı ajanların ektiği tohumların ilk meyveleriyle başlamış bir savaş.

Çanakkale'de 15'likler birer birer toprağa düşerken, yangından ülke devşirmenin peşine düşmüş olan piyonlarla devam etmiş bir savaşın devamı...

Tıpkı Yemen'deki, Trablus'taki, Hicaz'daki gibi sırtımızdan hançerlendiğimiz bir savaş...

Öyle sadece, polisle, askerle, tüfekle, tankla kazanabileceğimiz bir savaş da değil. Topyekun millet olarak seferberlik ilan etmekle zafere ulaşabileceğimiz bir savaş...

* * *

Terör örgütü kılığı altında, asırlarca önce başlatılan savaşı bugün sürdürenlerin tahribatlarını ortadan hızla kaldıramazsak, bu savaş yayılarak devam edecek. Terör yüzünden evlerini terk edenler, huzurlu bir hayata kavuşmadığı sürece devam edecek...

Kazancını gayri meşrudan temin edenler, hiç bir engelle karşılaşmadığı sürece devam edecek...

Sokak aralarında çocuklar bile uyuşturucuya kolayca ulaşabildiği sürece devam edecek...

Çocuklar ellerinde Kalaşnikofla "örgütçülük" oynarken, aileleri buna tepki göstermediği sürece devam edecek...

İnsanların geçim kaynağı kaçakçılık olduğu sürece devam edecek...

En önemlisi de, terörist cenazesine -örgüt korkusuyla da olsa- binlerce vatandaş katılıp, örgütün bayrağını salladığı sürece devam edecek.

Kısaca; teröristin bölge halkı üzerinde hakimiyet kurmasını sağlayan şartların tamamını ortadan kaldırmadığımız sürece devam edecek.

Ve bu ülke uğruna şehit düşen yiğitlerin cenazelerinde, bir futbol maçından daha fazla kalabalık toplanana kadar da devam edecek...