Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, reformcuların kazandığı seçimin hemen ardından İran'a yaptığı ziyaretin ardından yapılan resmi açıklamalar, ekonomik alanda işbirliği gibi kulağa hoş gelen mesajlarla doluydu. Tahran'daki görüşmeleri takip eden gazetecilerin izlenimleri de, uluslararası ambargonun kalkmasıyla rahatlayan İran'ın, Türkiye için sağlayacağı avantajlarla doluydu.
İran'da yapılan seçimler, yeni bir dönemin kapısını da aralayacak mı bilmiyoruz. Yakın geçmişe bakınca, Tahran'daki her iktidar değişiminin önemli değişimleri de beraberinde getirdiğini görüyoruz.
Tıpkı, Ahmedinejad'ın yerine seçilen Ruhani'nin bambaşka öncelikleri olan bir İran'la karşılaşmamızı sağlaması gibi.
* * *
Ahmedinejad dönemi, İran'ın nükleer atılımlar yaptığı bir dönemdi. Bu adımlar, özellikle İsrail'in güvenliğine tehdit oluşturduğu gerekçesiyle BM'nin hakim ülkeleri tarafından büyük tepki çekti. Kuruluşunun üzerinden 68 yıl geçmesine rağmen, balistik, nükleer, hatta biyolojik silahlara sahip olan İsrail'in güvenliği için, İran'a ambargo konuldu. Petrolünü dünyaya satamaz hale gelen İran'ın imdadına Türkiye yetişti.
Siyasi iradenin "darbe girişimi" olarak adlandırdığı 17 Aralık krizinde, İran'a uygulanan ambargoyu nasıl deldiğimizi en yetkili ağızlardan ayrıntılarıyla dinledik. İran'a nükleer malzemelerin, güçlendirilmiş uranyumun ve nükleer silah üretecek teknolojiyi satan ülkeler, İran'ı vurmaktan söz ederken, Türkiye büyük riskler almış ve Tahran yönetimine can suyu olmuş.
Nasıl mı?
İran, en önemli gelir kaynağı olan petrolün parasını ambargo sebebiyle transfer edemediği için bırakın yatırım yapmayı, zorunlu kamu harcamalarını bile yapamaz hale gelmişti.
* * *
Ahmedinejat'ın özel kalem müdürü yanında, ülkenin önemli işadamlarından Babek Zencani'nin halen tutuklu bulunduğu davanın dosyasından öğrendiğimiz kadarıyla, Türkiye para trafiğinde önemli riskler alarak aracı olmuş, İran'ın çöküşünün önüne set oluşturmuştu.
Babek Zencani, İran petrolünü ihraç ediyor, parasını da dolaylı şekillerde ülkeye getirerek kamunun ihtiyaç duyduğu sıcak para akışını sağlıyordu. Bir anlamda "yapay kalp" görevi görüyordu. İran'ın hayatta kalmasını sağlayan kanı pompalayan yapay kalbin ana arterlerinin başında da Türkiye geliyordu.
Ankara'daki resmi ağızlardan ve İran'da devam eden dava dosyasından anladığımız kadarıyla, ailesiyle birlikte 7 yaşındayken Türkiye'ye gelmiş bir İran vatandaşı olan Reza Zerrab, bu ana artere "stent" olarak monte edilmiş. İran petrolünden elde edilen para altına çevrilmiş, o altın da Dubai'de nakite döndürülerek İran'a aktarılmış. Bu trafikte kimin ne kadar komisyon aldığı ve bu komisyonun kimlerle nasıl bölüşüldüğü şimdiki konumuz değil.
* * *
İran'da Ahmedinejat dönemi sona erince, yeni gelen siyasi irade önce bu "yapay kalp" ve "ana arterlere" neşter attı. Ardından, "büyük şeytan" dedikleri ABD ve müttefikleriyle masaya oturdu ve onları nükleer çalışmaları sonlandırdığına ikna ederek ambargonun kaldırılmasını sağladı.
Yıllarca içine kapanıp "nükleer güç" olma çabası vermiş İran, bu anlaşmayla bölgede de atağa kalktı. Yemen'de Suudi Arabistan'a karşı, Suriye'de de Esad'ı devirmek isteyenlere karşı askeri destek vermeye başladı. İran'dan gelen askeri birlikler, Suriye'deki iç savaşın da seyrini değiştirdi.
İran'dan, Ahmedinejat dönemindeki fedakârlıklarımıza karşılık vefa beklemek elbette hakkımız. Ama, ülkeler iktidar değiştirdikçe yeni başlangıçlar yapma hakkına sahip oluyor ve geçmişi de ellerinin tersiyle daha rahat bir kenara itebiliyor. İran da bunu yaptı ve geçmişi elinin bir çırpıda silip attı.
Yeni yönetimin Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, "bölünmüş Suriye" haritasıyla Türkiye'ye gelmeye kalkınca, Ankara-Tahran ilişkileri gerildi ve kopma noktasına geldi. Zarif o ziyaretini hiç gerçekleştiremedi. İran, Esad'ın ve Rusya'nın bölgedeki en önemli partneri oldu. Çok sayıda generalini ve kara birliğini Suriye'ye gönderen İran, iç savaşın da tarafı oldu.
İran, bugün Yemen'de Suudi Arabistan'la da açık bir savaş veriyor. Suriye'deki vekalet savaşının yakın gelecekte gerçek savaşa dönüşmesi riski de gittikçe artıyor. Yıllarca süren İran-Irak savaşının nasıl kazananı olmadıysa, olası bir savaşın da olmayacak. Kazanan yine Birleşmiş Milletler'i parmağında oynatan 5 daimi üye olacak.
O yüzden, bölgede yeni bir başlangıç ve yepyeni şeyler söyleme zamanı geldi ve geçiyor artık...