Derler ki: “Ağaçlar güzellik ve zenginlik kaynağı. Üstüne gölge olan dallar öğünsün.”

Yaz baharda bahçe ile bağ ile

Kaba çamın gürlemesi dal ile

Koç yiğidin eğlencesi yar ile

Muhabbet eder eğlenir ağaçlar

Bu şiire tekrar sözü getireceğim. Sonda söyleyeceğimi yazımın başında da belirteyim:

Ağacı seviyoruz. Ormanı seviyoruz. Yeşili seviyoruz. Hem de yakıyoruz

Orman dağların zümrüt örtüsü, kırların süsü, yapraklardan bir engin deniz gibidir. Rüzgâr estikçe ağaçlar uğuldar, gönlümüze coşku, sağlık verir. Havalar burada yıkanır, oksijenle dolar. Ağaçlar, güzellik ve zenginlik kaynağı.

Ağacı, ormanı, tümüyle yeşili sevmenin ferahlığından, iç açıcılığından örnekler sunmak dileği ile dolup taşıyorum. Ama, arzuma balta indiren haberler gerçek olmasa:

Hemen her gün güzel yurdumuzun dört bir yanından orman yangını haberleri geliyor. Alevler yerleşim yerlerine kadar iniyor. Feryadı figanlarımız, alevler gibi göklere yükseliyor. Yaşlısı, genci, kadını, erkeği, görevlisi, kendine görev biçeni, gece gündüz insan üstü bir uğraş içindeler. Yanan yüreğimizin tesellisi oluyorlar.

Aşık Paşaoğlu tarihinde, “Devletli Kaba Ağaç” anlatımı var. Dede Korkut kitabında da geçiyor. “Kaba” sıfatı ile ağacın ululuğuna, kutsallığına işaret ederek “Yom” veriyor:

“Gölgelice kaba ağacın kesilmesin!

Kan gibi akan görklü suyun kurumasın!

Kanatlarının ucu kırılmasın!

Kaadir seni namerde muhtaç etmesin!”

Dede Korkut yaşasaydı, yumuşuna “yanmasın”duasını eklerdi.

Derviş Sanullah dünyayı bir ağaç yapacak kadar ona bağlılık ve coşkun doğa severlik göstermekte:

“Bir ağaçtır bu âlem

Meyvesi olmuş âdem

Maksûd olan meyvedir

Sanma ki ağaç ola”

İnsanoğlu yaratılışının ilk gününden itibaren ağaç ile karşı karşıya kalmış. Onu barındıran, besleyen, ısıtan, araç-gereç-silah olan hep ağaç olmuş. Doğumundan beşiğinden, ölümünde tabutuna kadar ağaçla içli dışlı yaşamış. Orhun Kitabesinde ağaçla karşılaşıyoruz. Divanü Lügat-it Türk'de ağacın çeşitli anlamları belirtilmiş.

Adını ağaçlardan almış birçok ilçe, nahiye ve köye rastlanmakta. Bir örnek vermek için yalnıza çam ağacı ile ilgili yerleşim alanları arasında; Çameli, Çamiçi, Çamlıbel, Çamlıdere, Çamlıhemşin, Çamlıkaya, Çamlıyayla ve Çamoluk'u saymamız mümkün. Eskiden beri birçok Türk boyları ve şahısları ağaç adını taşıyor.

Ruhsati'nin:

"Ağaçlar hu çeker, iniler taşlar

Dağlar gözlerinden aktır yaşlar

Bülbül figan eyler feryada başlar

Öter garip garip diller sabahtan"

mısralarında, sabah rüzgârıyla ağacın çıkardığı uğultunun ibadete benzediğini anlatmak istemesi boşuna değil. Bizim Yunus değil midir;

"Ben bir dağın ağacıyım

Ne tatlıyım ne acıyım

Ben Mevla'ya duacıyım

Derdim vardır inilerim" diyen?

Zekeriya Peygamber'den Geyikli Baba'ya kadar pek çok efsanemizde ağacın açılarak içine insan sakladığı motifi var. Dokuz Oğuzların menkıbesinde ise, ağacın insan doğurduğu rivayet edilmekte. "Ağacın maddi yeri toprak. Manevi yeri göktür." diyebiliriz.

Pir Sultan ağaçlar için şöyle söylemiş:

Yel esti mi aşka gelir sallanır

Mart ayında yeşillenir ağaçlar

Kıpkırmızı donlar giyer allanır

Hu dost çağırır allanır ağaçlar

Çiçek açar domur domur dal verir

Kimi uzar birbirine el verir

Kimi meyve verir kimi gül verir

Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar

Yaz baharda bahçe ile bağ ile

Kaba çamın gürlemesi dal ile

Koç yiğidin eğlencesi yar ile

Muhabbet eder eğlenir ağaçlar

Pîr Sultan Abdal'ım Hatayi Şah'ım

Adam için ne haketmiş Allah'ım

Güz gelince salar yaprağın dalın

Vakti geldi mi sulanır ağaçlar

Halk şairleri şiirlerinin meyvelerini çok defa ağaçtan koparmışlar. Karacaoğlan kederini de, sevincini de ağaçta bulmuş. Sevgilisine: "Üstüne gölge olan dallar öğünsün," diye sesleniyor. Pek çok şiirinde öteki halk şairleri gibi sevgilisinin boyunu dala benzetir. Diğer taraftan da sevgilisini yanında bulamayınca:

"Kömür gözlü yardan ayrı düşeli / Her dikili ağaç dar benim için." diyerek gördüğü ağaçları idam sehpasına benzetir.

Yarın, tarihin derinliklerine yolculuk yapacağız.