Unutmak belki de insan olarak aldığımız en güzel armağan. Unutamamak ise bir ceza.

Unutmak üzerine düşünmeye ya da konuşmaya başladığımızda ilk aklımıza gelen kötü anıları, acıları unutmaya çalışmak oluyor. Oysa tersi de çok ama çok mümkündür yani mutlu anılarımız da bazen canımızı çok yakar ve içimizde derin izler bırakabilir. Ömrümüzün en mutlu anı; yaşanan, hayatımızı değiştiren olayların sonucunda canımızı en çok yakan anımız olabilir.

Cemal Süreya’nın şiirinde tırnak içinde kullandığı “Ağlarım, aklıma geldikçe gülüştüklerimiz” dizesinden sonra aslında bu yazı hiç yazılmamalı.

Hepimiz aklımızda sakladığımız görüntülerle var oluyoruz. İçimizin karanlık koridorlarından çıkıp gelen görüntülerin esiri oluyoruz çoğu zaman. Bizi üzen ve bizi sevindiren görüntüler arasında bir savaş sürüyor. Hangi taraf öne geçerse bizlerden de dışımızdaki dünyaya ve insanlara karanlık veya ışık yansıyor.

Hayata giriş dersleri içinde en yüksek notu almanız gereken ders unutma çalışmalarıdır. Çok çalışmalısınız. Bu dersin ilk kuralı “neden’’ diye başlayan sorular sormamaktır.  Neden diye başlayan soruların ömre zararı çok fazladır inanın. Nereden mi biliyorum; çünkü ben çok sordum bu soruyu. Dedim ki bir yerlerde

“neden diye başlayan sorular soruyorum

  neden diye başlayan soruların ömre zararını bilerek”

Hayata Giriş Dersleri-Unutma Çalışmalarında ilk yüksek notumu bu dizeyle aldım. Söylemek iyileşmekse ben de yazdım ve kurtuldum.

Bu dersin ikinci kuralı geçmişinizde olan ne varsa “olduğunu” sakince kabullenmektir. Burada söylemek istediğim gerçekleştiğini ve yaşandığını kabullenmektir; bizlerde bıraktığı acıyı ve izi değil. Geçmişimizin bitmediğini, bizimle birlikte yaşadığını ve durmadan değiştiğini de kabul etmek gerekir.

Öyle büyük bir denge üzerindedir ki yaşam; günün birinde biri çıkar karşımıza ve yaşadığımız, canımızı yakan ne varsa barıştırır bizi. Geçmişimizden bir çakıl taşı çıkarsak belki o insanla hiç karşılaşmayız. Yaşadıklarımız bizi geleceğe, gelecekte bizi bekleyen insana hazırlar. İşte sözünü ettiğim kabullenmek tam da budur. Bir gün dersiniz ki kendinize; yaşadıklarımdan biri eksik olsaydı bugün burada olamazdım, iyi ki yaşamışım.

Öncesinde “neden” diye başlayan sorunuzdaki baş rolü almış o acıya bir gün hayatın içinden o insanı çıkarıp armağan olarak kapınıza getirdiği için teşekkür edebilirsiniz.

Biz kendimizi saklandığımız, korktuğumuz bir yerlerde ilmik ilmik işleyerek, bir elimizde keski diğerinde çekiç hiç acımadan en sert mermerden oyarak yaratıyoruz.

Üçüncü kural da önemlidir. Yaşandı ve bitti gibi kavramlar yoktur hayatın içinde. Hiçbir şey bitmez. Yaşamaya ve değişmeye bizleri de değiştirmeye devam eder. Yaşadıklarınızın benliğinizin geçmiş denilen yerinde nefes almaya devam ettiğini; pusuda beklediğini bilin. Bir gün iyi kötüye kötü de iyiye dönüşebilir emin olun.

Dördüncü kuralımız aşkın bitip ayrılığın hiç bitmediğidir. Bugüne kadar ayrıldıklarınızla ayrılığınız sürmekte unutmayın. Birinden ayrılırken ayrılığın ömür boyunca süreceğini bilin.

Ne yazık ki aşk kısa ayrılık ömür boyu.

Bir gün öyle güzel şeyler olsun ki hayatımızda hayatımızın bundan sonrasında bizi o noktaya sürüklediği için tüm acılarımıza ve sevinçlerimize minnet duyalım.

Mahir Baba’nın bir önceki dizesini de yazalım dimağımızdaki tadın nasıl değiştiğini anlamak ve görmek için;

                                               “Kani ol gül gülerek geldiği demler şimdi

                 Ağların hâtıra geldikçe gülüştüklerimiz”

Ve günümüz Türkçesi

                                              “0 gülün gülerek geldiği zamanlar nerde kaldı

                                                Ağlarım, aklıma geldikçe gülüştüklerimiz”