Ceyhun Atuf Kansu, 1919’da İstanbul’da doğdu. Babası Nâfi Atuf Kansu, Türkiye’nin ilk Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarıydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında milli eğitim sisteminin kurulması ve geliştirilmesindeki emekleri büyüktü.
Ceyhun Atuf, ilk ve orta öğrenimini Ankara’da yaptı. Yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gördü. Çocuk hastalıkları doktoru olarak Turhal ve Etimesgut Şeker Fabrikaları hastanelerinde çalıştı. Gençlik, Yücel, Ülkü ve Millet dergilerinde halk şiiri geleneğine uygun şiirleri yayınlandı. Daha sonra yeni şiiri benimsedi.
Etimesgut Şeker Fabrikası'nda görevliyken 17 Mart 1978’de yaşamını yitirdi.
Cumhuriyet’in ilk şairlerinden olan Ceyhun Atuf Kansu, halkın arasında yaşayarak, onların sorunlarını yakından görmüştü. Haksızlıklara, kıyımlarına, acılara dayanamıyordu. Duyarlıydı, hümanistti.
Çocuk doktoruydu ve duygu dünyasında çocuklar büyük yer tutuyordu. Çocuklar ki, dünyanın bütün çiçeklerine eşti.
Yaşamın içindeki insanın bütün insanlığı ilgilendiren yönlerini ele alıp incelerken “çocuğu” ön plana alıyordu. Çocuk, yalnız geleceğin büyüğü değil, korumasız ve en çok yardıma gereksinim duyandı
Evet vatan bir bahçe, çocuklar çiçekti. Ceyhun Atuf Kansu, Okulun yıkılan duvarının altında kalan köy öğretmeni Şefik Sınık’ın son sözlerini yazmıştı: “Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin." Hayata gözlerini yumarken Şefik öğretmen:
“Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.
……….”
Elbette, birer çiçek olan çocuklar kıymetliydi ama, onları sulayacak, bilgilerle besleyecek olan öğretmenlerin değerini de bilmek gerekirdi.
Ceyhun Atuf Kansu, sözünü ettiğimiz gibi, doktordu, şairdi, yazardı ama hepsinden önce erdemli kişiliğiyle sevecen, hoşgören davranışlarıyla sevgi odağıydı. Dili halk diliydi. Kendini halk şiiri geleneğinin bir parçası gebe görmekteydi.
Papirus dergisinin Temmuz 1967 sayısında şöyle demişti:
“Halk şiirinde öykündüğümü söyleyebilirler. Ben o şiire öykünmüyorum; okulum benim o şiir. Şiiri o okulda öğrendim. Gerçek şiir de orada, halktadır, diyorum. Böyle deyince de halkın dili ile sevinçlerini sevinçlere, dertlerini dertlere bağlayarak yazıyorum. Ben aşkların, isteklerin, dileklerin ozanıyım…”
15 Mayıs 1919'da İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden bir gün sonra, 9. Ordu Müfettişliği görevine atanan Mustafa Kemal Paşa, karargâhına aldığı bazı arkadaşları ile birlikte, İstanbul'dan Anadolu'ya geçmişti. Bu geçişi Ceyhun Atuf şöyle anlatmıştı.
“Samsun’a ayak basmış kahraman bugün,
Çayır çimen yeşermiş zafer yolunda,
Davul zurna sesinde şahlanır düğün,
Gönlüm coşup öter bir bahar dalında.
Ata’nın rüyasına gelincikler sun,
Emek bahçelerinin güzel gülünü,
Biz sonsuz bir sabahtayız o uyusun,
Sevincimiz coşturur onun gönlünü.
Nasıl çıkmış bir sabah Samsun’dan yola.
Dağlardan dağlara o zafer türküsü.
Şahlanıp bayrak çekmiş her eski kola,
Taze bir bahar açmış yurdun gözünü.
19 Mayıs’ın hür başına çelenk,
Kiraz mevsimi, gelincik ayı, gül ayı.
Bir bahar bahçesinde, gönüller renk renk,
Şu sonsuz koşuya bak, sarmış yaylayı.
Kansu’nun sanatını üç ayak üzerine monte edebiliriz. Bunlardan biri güzellikti. İkinci ayak, Atatürk ve bağlantılı olarak vatan sevgisiydi. Üçüncüsü çocuk ve insandı. Hepsinin ortak bileşeni sevgiydi.