Acıyı kabul etmek, bizi hazzın götüremeyeceğinden daha derine götürür. Siz buna ister ders, ister tecrübe, isterseniz de içe dönme diyebilirsiniz.

Sri Nisargadatta Maharaj… Kendisine doğum tarihi sorulduğunda asla doğmadığını söyleyen çok kıymetli ve sevdiğim bir öğretmen…

Acının bize hazdan daha değerli bir şeyi öğrettiğini bilen ve sebebini merak eden biri kendisine “Zevkten kaçınıp acıyı öğütler misiniz? “ diye sorar. O da “ Hayır, öğütlemem” der ve sözlerine şöyle devam eder; “Her ikisini de geldikleri gibi kabul edip, devam ettikleri sürece onlardan tat alın ve gitmelerine izin verin. Çünkü mutlaka gitmek zorundalar…”

Tat almak ya da mutlu olmak... Acıyı kabullenmenin ve farkında olmanın verdiği mutluluk, tat yani aslında güç. Ondan korkmak veya kaçmak yerine farkında olmak ve kabullenmek...Zaten en çok kabul edemediğimiz durumlar yüzünden acı duymaz mıyız?

Meditasyon yapmaya, zihnimize ve eylemlerimize tanık olmaya başladıkça bir şeyler değişiyor ve kabullenmeye başlıyoruz. Buradaki kabullenmeyi körü körüne inanmak olarak algılamanızı istemiyorum. Kabul etmek derken özümüzü kabul etmeyi kastediyorum. Duygularımızı, düşüncelerimizi, hazlarımızı, acılarımızı, benliğimizi kabul etmeye başlıyoruz. Kendimizle çatışmak yerine kabule geçmenin verdiği huzuru ve derinliği tadıyoruz. Egomuz doğası gereği acıdan kaçıp hazzı kovalar. Arzuları ve korkularıyla egonuzun bu kaçış döngüsünün son bulması size mutlak iç huzurunuza dönme şansı verir. Osho’nun da tanımladığı gibi; Ego, senin gerçek özünün tam tersidir. Gerçek özümüz ise mutlak iç huzurumuzdur.

Gelin bu hafta sakin ve huzur veren bir ortamda içimizle yüzleşelim. Özgürlüğümüzü kısıtlayan durumların, hazlarımızın ve acılarımızın farkına varalım. Kabul edelim. Zamanla gideceklerinden şüphe duymayalım ve bunun için mutlu olalım. Bırakalım hepsi gitsinler. Daha güçlü ve özgür hissedelim.

Kendi derinlerimize inelim. Çakralarımızı hissedelim. Çaklarımızın her birinin rengi, şekli ve müziği vardır demiştik.Müzikte 7 temel nota vardır. Bizim bedenimizde de 7 çakra var. Hazırsanız çakralarımızın ritmine kulak verelim.

Meditasyona başlamadan klasik müzik ya da sevdiğiniz hafif bir müziği açmanızı istiyorum.

Rahat olduğunuz bir ortamda yine rahat hissettiğiniz bir pozisyonda oturun ya da yere sırt üstü uzanın.

Gözlerimiz meditasyon boyunca kapalı kalsın.

Yatıyorsak, ayaklarımız V şeklinde açık olsun.

Oturuyorsak, omurganızın dik olduğundan emin olun.

Diliniz ateş noktasında olsun.

Alıp verdiğiniz nefeslere odaklanın. Vücudunuzu tarayın.

Tamamen gevşediğinizi hissedene kadar nefes çalışın.

Kulağınız müzikte olsun. Müziği hissetmeye çalışın.

Hazır hissettiğinizde kök çakradan başlayıp çakra merkezlerinize odaklanın.

Müziğin çakra merkezlerinde attığını hissetmeye çalışın.

Kök çakradan yukarı doğru devam edin ve her çakrada dilediğiniz kadar kalın. Müziğin yukarı doğru çıktıkça yükseldiğini hissetmeye çalışın.

Tepe çakranıza ulaştıktan sonra bu sefer aşağı (kök çakranıza doğru) inmeye başlayın.

Yine her çakrada müziğin titreşimini hissetmeye çalışın ve aşağı doğru inerken bu sefer sesin alçaldığını hissetmeye çalışın.

Tekrardan kök çakradan başlayıp tepe çakraya doğru müziğin sesinin yükseldiğini hissederek çıkın.

Tepe çakradan sonra dilediğiniz zaman durun.

Bir süre nefes ritminize odaklanın.

Hazır hissettiğinizde gözlerinizi açabilirsiniz.

Bu haftalık benden bu kadar…

Yazımı, üzerine uzun uzun düşündüğüm bir sözün son cümlesiyle noktalamak istiyorum;

Parmaklarınla kulaklarını kapatarak sesin sesini duy.

Shiva