Beş hececiler, şiirlerinde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdi. Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmayıp, yeni yeni biçimler aramışlar, kimi zaman nesir cümlesini ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlere de yansıtmışlardı. Kimi zaman da hece vezni ile serbest müstezat yazmayı denemişlerdi.

Faruk Nafiz Çamlıbel, arada sırada aruz veznini kullanmakla birlikte şiirlerinde yukarıda anılan ilkeler çerçevesi içinde kaldı. Düşünce, aşk ve memleket konulu şiirler yazdı. Memleket sevgisini Nakış nakış işledi:

“İçimden tanırım ben o illeri

Onlar ki zahirde viran olurlar

Ardıçlı dağları çamlı belleri

Aşanlar Şirin'e hayran olurlar

Dökülür köpüklü sular yarından

Baharlar yaratır kışın karında

İçenler sihirli pınarlarında

Şöyle bir silkinir ceylan olurlar

Başı boş kırlara salar tayını

Elinden düşürmez okla yayını

Aklına getirmez zafer payını

Memleket yolunda kurban olurlar…”

Faruk Nafiz Çamlıbel, aşk şiirlerinde çok başarılıydı. Şiirlerinin duygulu, içli ve içtenlikli bir havası vardı. Onun şiirleri toz pembe yıllarımızdaki şiir defterlerimizin başında yer alırdı. Bunlardan birini hatırlıyorum. Sonradan öğrendim ki, bir kırgınlık sırasında Şükûfe Nihal için yazmış:

“Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,

Sana kafir dediler, diş biledim Hakk’a bile.

Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,

Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile...

Sana çirkin demedim ben, sana kafir demedim,

Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin,

Yaşadın beş sene kalbimde misafir demedim.

Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin?

Zülfünün yay gibi çelik tellerine

Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.

Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine

Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek...”

Anadolu’yu, insanlarını ve gerçeklerini anlatırken, yalnız karamsar tabloları bir felaket tellalı gibi değil, bizim memleketimizin iç zenginliklerini, sevinçlerini ve mutluluklarını de şiirleştirdi. Yukarıda birkaç mısrasını verdiğin “Han Duvarları” bunun en güzel örneğiydi. Faruk Nafiz, mizah dergilerinde “Çam Deviren” ce “Deli Ozan” adlarında mizahi şiirler yazdı. Ömrünün olgun yıllarında, Tanrı, din, ruh arayışları, tasavvuf ve fizik ötesi duyuşlara yer verdi.

Faruk Nafiz Çamlıbel, inancı sağlam bir şairdi. İnancını kaybeden zümrelere şöyle seslenmekteydi:

“Gövdeler, varsa gönüllerden alır cevherini,

Yürek olmassa bilekler çekemez hançerini,

Kahramansız yaşamak kahrına mahkumdurlar,

Kaybeden zümreler Allah’ını, Peygamberini.”

Faruk Nafiz Çamlıbel, geçmişini inkar etmeden geleceğe açık bir kimseydi. Tam anlamıyla “Kökü mazide ati”ydi. Yeniliklere açıktı. Ama kişiliğini kaybederek kayıtsız şartsız batı hayranlığına da karşıydı. Bu açıdan “Sanat” adlı şiirini hep önemsemişimdir:

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,

Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!

Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek

İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar

Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda

Gezersin kırk asırlık mabedin içini

Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,

Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

Sen raksına dalarken için titrer derinden

Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin

Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden

Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin

Fırtınayı andıran orkestra sesleri

Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,

Istırap çekenlerin acıklı nefesleri

Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun

Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,

Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun

Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...

Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken

Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz

Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken

Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz