Türk halk edebiyatı, İslâmlık öncesi devirlerde de Cumhuriyet öncesi de vardı. Ancak çoğunlukla sözlü gelenek içinde kalıyordu. Âşıklar, düğünlerde, köy odalarında kahvehanelerde, yeniçeri veya asker ocaklarında, kervansaraylarda, bozahanelerde, tekkelerde, konaklar veya türlü şölenlerde doğaçlama söylüyorlardı. Masallar, hikâyeler, fıkralar ocak başlarında, köy odalarında anlatılıyordu. Maniler çeşme başlarında herfenelerde atılıyordu. "Söz uçar yazı kalır" örneği bunların çok büyük bölümü uçup gidiyor, unutuluyor, çok azı belleklerde kalıyor ve kaldığı kadarıyla, odalarda cönk adı verilen özel defterlere yazılıyordu.

Cumhuriyet öncesi tarihçileri, âşıkları gerçek şair kabul etmedikleri için, eserlerinde onlara yer vermemişlerdi. Bu nedenle Divan edebiyatının ana kaynaklarından biri olan şuarâ tezkirelerde, divan şairleri anlatıldığı halde, birkaç ayrıcalık dışında, âşıklar yer alamamıştı.

Âşıkların adlarının geçtiği "şairnameler", yerel sınırlar içinde kalıyor ve şuarâ tezkireleri kadar ayrıntı içermiyordu. Ancak, âşıkların nereli oldukları, maddi ve manevi niteliklerini yansıtmaları açısından önemliydi. Evliya Çelebi'de olduğu gibi bazı seyahatnamelerde âşıkların adı geçiyordu. Ancak bunlar da yeterli değildi. Şeriye sicilleriyle düzenli olmasa da Bektaşî tekkelerinde tutulan defterler ve köy odalarındaki cönkler ise, görecek göz, bunları kendilerine iş edinecek aydınlar gerektiriyordu.

Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi şiirler Cönk denilen defterlere geçirilirken bir çok yanlışlıklar yapılmakta, aynı adı kullanan âşıkların şiirleri birbirine karıştırılmakta, gelenek gereği usta şiirini söyleyen bir âşığın söylediği şiir ya da türkü, söyleyenin adına kaydedilmekteydi. Diyebiliriz ki, Türk Halk Edebiyatı o aydınları Cumhuriyet döneminde buldu. Onlar, yanlışlıkları ayıklamak, sabırla araştırmak için, Cumhuriyet'in kazandırdığı ivme ile kolları sıvadılar.

Yüce Atatürk hem büyük bir devlet adamı, hem de halk adamıydı. Bu niteliği Atatürk karizmasının temelini oluşturmaktaydı. Türk folklorunu çok iyi bilmekteydi. Sevk ve idare ettiği askerin manevi değerlerini bilmeyen bir komutan, "Ben size ölmeyi emrediyorum," komutunu veremezdi.  Bu nedenle Atatürk, yalnız kurduğu cumhuriyetle değil, folklor alanında da ışık tuttu, yol gösterdi. Cumhuriyet döneminin ilk halkbilimcileri, Büyük Ata'nın yönlendirmesiyle "Az zamanda çok işler" başardılar.

Yüce Önder demişti ki:

"...Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genel olarak şu hatamız vardır ki, inceleme ve araştırmalarımıza zemin olarak çoğu kez kendi yurdumuzu, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, fakat kendimizi bilmeyiz

Folklor ve Halk edebiyatıyla ilgili Cumhuriyet öncesinde başlayan kişisel kıpırdanışlar, Cumhuriyet döneminde sistemli ve bilinçli çalışmalara dönmüştü.

1923 yılında Ziya Gökalp'in yazmış olduğu "Türkçülüğün esasları" adlı kitapta  folklora ilişkin bilgiler bulunmaktaydı. Aynı yıl "Hars Müdürlüğü" kurulmuş "milli eserlerimizin derlenerek korunması" çalışmaları başlatılmıştı.

Bir yıl sonra, İstanbul Üniversitesi'nde "Türkiyat Enstitüsü" kurulmuş ve  M. Fuat Köprülü burada, halkbilim dersleri vermeye başlamıştı. Yine 1924 yılından itibaren Musiki Muallim Mektebi, Türk Halk Türkülerini derlemeye başlamış ve bunları arşivlemişti.

Bu çalışma daha sonraki yıllarda Muzaffer Sarısözen'in içinde bulunduğu pek çok derleme gezilerine örnek olacak ve pek çok türkü derlenip notaya alınarak unutulmaktan kurtulacaktı. Derleme çalışmalarıyla ilgili yarınki yazımda da bilgi vereceğim.