Hangi devirde, kim demiş "Lafla peynir gemisi yürümez" diye bilemem. Uzun süredir "cilalı laf devri" yaşıyoruz ve bırakın denizde-karada yürütmeyi, insanlık lafla gemileri uçuruyor.

Her dönemin sihirli sözcükleri, maskeleri vardır ama bizim toplumumuzda uhrevi mesajlar daima yürekleri yumuşatır, ilgiyi ve sempatiyi toplar. Kur'an-ı Kerim tilaveti ve bir hocaefendinin duasıyla toplantıyı açarsın, sonra mikrofona çıkar "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek söze başlarsın, ardından meramını anlatır ve "Müslümanların fabrikası olmasın mı yani?" diye sesini yükseltirsin. Hele bir de sen kürsüye çıkmadan önce "Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın" şiiri okunmuş ve hamaset tavan yapmışsa işin kolay. Sonra Abdullah amcalar, Hafize teyzeler ellerindeki avuçlarındakileri çıkarır sizin önünüze yığar. Bunun örneğini daha önce de gördük. Adına "yeşil sermaye" denilen çok ortaklı holdinglerde, Jet-Pa'larda, Capris Cold'larda... 

25 yaşındaki bir genç, Türkiye'nin krize giren hayvancılığını fırsat bildi, "Yurtdışından Angus getirmeye ne gerek var, ülkemiz bu konuda yeterince potansiyel var" dedi, Avrupa'nın en büyük sığır çiftliği kuracağı vaadiyle insanlara yüksek kâr vaadinde bulundu. 

Tamamı yabancılara ait olan ve vatandaşı iliklerine kadar sömürerek Türkiye'nin en çok kâr eden kurumları haline gelen bankaların verdiği faizin iki katından fazla kazanç umudu dağıttı.

* * *

Kredi çekenler oldu, evini satanlar da. Devletin, yıllardır yaptığı "Yastık altındaki altınlarınızı ekonomiye katın" çağrısına kulak asmayanlar bile, bilezik, çeyrek, kolye, küpe ne varsa bozdurup sığır çiftliğine koştu. 

Kocaman bir arazi içerisine prefabrik ahırlar, kapısında kocaman bir Çiftlikbank yazısı... Kırmızı kurdale gerilmiş, bir hocaefendi, bir tiyatrocu, birkaç saçları jöleli, üç beş de mütedeyyin tipli insan. Orta yerde biraz toramanca, obeze yakın tüysüz bir çocuk, kurnazlıkla sinsilik arası bakışlarla manzarayı seyrediyor. Cem Uzan'dan kalma bedava ekmek arası döner ve ayran partisi geleneğine, Kur'an-ı Kerim tilaveti ve dua da eklenmiş. Araya biraz da 15 Temmuz sömürüsü ekledin mi, kim eleştirebilir, "Orada ne oluyor" diyebilir ki? Anında ya "İslâm düşmanı bunlar" yaftası yersin, ya da FETÖ'cü olursun. "Cilalı laf devri"nin "maneviyat silahlı" soygununu izlemek zorundasın.

Sonuç; 77 bin kişiden 511 milyon Türk lirası toplayan bir dombili ortadan kayboluyor. 

* * *

Bankalarda tek kuruşu yok Çiftlikbank'ın ve dombilinin. Hepsi buharlaşmış ve yurtdışına çıkarılmış. Nasılını, ne zamanını bilen de yok. Dedik ya; Cilalı laf devrinde bırakın lafla peynir gemisi yürütmeyi, gemileri uçuruyor artık insanlık...

Peki; o 511 milyon lirayı dombiliye kaptıranlar enayi miydi? Bence hayır!.. Aksine, bazıları kendisini bizlerden uyanık görüyordu. Ülkeye 30 yıl önce bulaşan "kısa yoldan ve zahmetsiz köşeyi dönme" hastalığına tutulmuşlardı. 1980'lerin banker furyasında da öyleydi, Jet Fadıl'ın iki vurgununda da, şimdi de öyle. Dedikya; Cilalı laf devri. Yeter ki, damara girecek şekilde cilalı laflar söyleyecek dilin, kızarmayan bir yüzün, Allah'tan korkmayan bir de karakterin olsun.
Peki, onca para nasıl yurtdışına kaçırıldı? 

Bu sorunun cevabı çok daha önemli. En can alıcı bölümü.

Türkiye dahil, sırdaş hesapların sığınağı, gizli paranın en güvenli limanı İsviçre, İngiltere bile yurtdışından gelen her parayı sorguluyor. 50 bin dolardan fazla uluslararası para hareketi, anında "kara para" ve "terörizmin finansmanı" ağına takılıyor. Hadi, tabela şirketi adalarına swift çekti ve banka üzerinden transfer yaptı. Peki bunu BDDK nasıl fark etmiyor? Hem de, Çiftlikbank'ın bakan düzeyinde tartışıldığı ve kuşkulu bulunduğu bir dönemde...

* * *

Bu sorunun cevabını mutlaka ilgili bütün kurumlar tarafından net bir şekilde vermelidir.

Bir ülkede, cevabı verilemeyen ve geçiştirilen sorular çoğaldıkça, o ülkeye, sistemine güven azalır, devlete olan inanç da sarsılır. Sistemdeki açığın kokusunu alan ne kadar çakal, sırtlan, kunduz varsa tezgah üzerine tezgah açar. 

"Allah", "Peygamber", "Kur'an" dahil tüm manevi değerler ticarete, siyasete malzeme yapılırsa, bu değerlere olan inanç örselenir. Dikkat edin, tüm fırıldaklarda hedef, "faizsiz kazanç" arayan ama, "kısa yoldan kazanmak" isteyen mütedeyyin insanlardır.

Peki; bu tür tuzaklara düşmekten millet olarak ne zaman vazgeçeceğiz?

İnancımızı, maneviyatımızı sömüren, ticaretine ve siyasetine kutsalarımızı sermaye yapan, sorgulayınca da "Sizin derdiniz, Allah diyenlerle, Kur'an diyenlerle, iman sahipleriyle" diye anında saldırıya geçen asalakları yakamızdan nasıl düşüreceğiz? Peygamberimizin "nal-ı şerifi"nin birebir ölçülerinde terlik, Peygamberimizin saçının yıkandığı suyun şişelenmiş halini, yanmayan kefeni, ahirette yakuttan, zümrütten köşkleri satanlar ne zaman saklanacak yer arayacak?
"Cilalı laf" devrine son verip, sadece aklımızı kullarak olaylar ve muhtemel sonuçlarına göre karar almaya başladığımız zaman. 

Çok laf ettim ve lafla peynir gemisinin yürümediğinin farkındayım. Ama yine de; cilalı laflarla ceplerimizi boşaltıp, görünmez gemilere yükleyip başka kıtalara uçuranlara karşı uyarmak zorundaydım. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan olmamak için elbette...