Sonsuza dek göğsümün üzerinde nefes alıp verecek olan,

Babam için…

Buğuya benzer özlem.

Yürekten yayıldığı gibi çeker elini eteğini yürekten, karadan yayılıp yine deniz ve kara tarafından silinen buğu gibidir…

Kendini tek gerçek ilan ederek gözü görünen gerçekten mahrum eden buğu gibi, özlem de yüreğin duygularına boyun eğdirir, kendi üstünlüğünü ilan ederek. Ve görünürken buğu gibi şekilsiz, amaçsız ve kör, yine henüz oluşmamış şekillerle dolup taşan buğu gibi nettir görüşü ve bellidir amacı.

Bedendeki ateş gibidir büyük özlem.

Tıpkı bedenin bütün canlılığını emen ateş gibi zehrini yakarken, yüreğin ateşinden doğar o da, yüreğin gücünü azaltıp artıklarını tüketir dört bir yanında…

Hırsıza da benzer büyük özlem. Sessizce savuşan bir hırsızın, kurbanını yükünden kurtardığı kadar yüreğine acı salması gibi, özlem de yüreğin yüklerinin yoksunluğunun yüküyle en avutulmaz halde bırakandır kalpteki yükleri gizlice kaldırsa da.

Geniştir ve yeşildir nehrin yatağı ki orada şarkı söyleyip dans ederek akıtır erkekler ve kadınlar, geçmiş günlerinin yorgunluğunu. Ama öyle korkunçtur ağzından ateş ve duman püskürten boğa, köstek olur ayaklarına, diz üstü çökertir her birini, boğazlarında düğümlenir şarkıları ve şişmiş göz kapaklarını yaşlarıyla mıhlar birbirine.

Geniştir ve derindir onları diğer nehrin yatağından ayıran nehir. Ve geçemezler yüzerek, kürek çekemezler, binemezler hiçbir araca. Aralarından çok azı geçmeyi göze alır düşünceden köprü yaparak. Ama kendi zaman çemberini çevirdiği nehrin yatağına yapışmaya heveslidir neredeyse hepsi.

Çevirecek zaman çemberi yoktur içinde büyük özlem olanın.

Böylesine yoğun ve zamanın baskısı altındaki bir dünyada, acelesiz, işsizdir o. Giyimiyle, konuşmasıyla, adabıyla böyle süslü bir toplulukta, kendisini çıplak, kekeme ve garip hissedendir o. Gülmenin kendisiyle gülemez, ağlamanın kendisiyle ağlayamaz. İnsanlar yiyip içer ve zevk alırlar her birinden; o lezzetini almadan yer ve tat vermez ağzına içtiği hiçbir şey.

Eşi vardır bazılarının, bazıları da eşleşmekle meşguldür; o ise yalnız yürür, yalnız uyur ve yalnız rüya görür. Yuva dedikleri sıcak köşeleri vardır diğerlerinin, oysa evsiz ve yalnızdır o. Çünkü diğer nehrin yatağındadır onun gönül gözü...

Uyanık olduğu belli olan bir dünyanın ortasında uyurgezerdir, özlem duyan insan.

Ona dair hiç kimsenin görüp hissedemediği bir rüya ile çekip götürülür o; silkerler omuzlarını ve gülerler içten içe. Ama Korku Tanrı’sı çıktığı zaman ortaya ateş ve duman püskürten boğa yere kapanır, toza karışır o omuz silkip içten içe gülenler, güldükleri uyurgezer inancın kanatlarıyla üstlerinde yükselirken.

O inanç taşırken onu kayalık dağların eteklerine, diğerleri birer birer yok olurlar.

Çıplak, çorak ve terk edilmiştir üzerinde uyurgezerin uçtuğu toprak. Ama güçlüdür inancın kanatları, uçmaya devam eder insan.

Kasvetli, kıraç ve kanınızı dondurur ayak bastığı dağ. Ama yılmazdır inancın yüreği ve atmaya devam eder cesurca insanın yüreği.

Kayalık, kaygan ve belli belirsizdir dağın tepesindeki yolu. Ama naziktir elleri, kararlıdır adımları ve azimlidir inancın gözü, devam eder tırmanmaya insan.

İnanç seni bu durgun ve sıkıcı dünyadan daha yukarı yükselterek geçirecektir iç karartıcı boşlukların üzerinden. Sonunda çıkartacaktır her inancın en ufak bir şüphe kırıntısı kalmaksızın sınanmaya ve temizlenmeye ihtiyacı olduğu kayalık dağın tepesine.

Böylesine temizlenmiş ve zafer kazanmış bir inanç, taşıyacak seni daima yeşil olan zirvenin sınırlarına ve teslim edecektir anlayışın ellerine.

Görevini başarıyla tamamlamış olarak kendini emekliye ayıracaktır inanç ve artık anlayış olacaktır ve aynı zamanda özgürlüğün tarife sığmaz zirvesine atacağın doğru adımların rehberi.

Ve o zirvedir,

Kendini aşan insanın gerçek, sınırsız ve içinde her şey olan evi…

(Mirdad’ın Kitabı)

Kalbinde büyük özlemleri taşıyanlar…

Kendinize olan inancınızın hiç kaybolmaması dileğimle…