Yaşam denen o sonsuz denizin içinde sürüklenirken ömrümüz; biz istemesek de acının yalnızlık limanlarına uğruyoruz. İrili ufaklı onlarca liman çıkıyor karşımıza. Bazen çok kalmadan kurtuluyoruz oradan, bazen de bizi rıhtımda bırakıp giden geminin arkasından bakakalıyoruz. Ne o anın duygusundan, ne acısından, ne renginden kurtulamıyoruz kalan ömrümüzde.

Her acı etkiler. Ama biri vardır ki hepimizi sonsuza kadar değiştirir. O darbeden sonra yaşamımız öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Zaman durmuştur o anda. Silikleşmiştir önceden edindiğimiz anlamlar. Zaman silikleşmiştir. Günler, geceler, akşam üstleri silikleşmiştir.

Hatta biz bile yarı görünmez olmuşuzdur. Gelip, geçer insan kalabalığı sağımızdan, solumuzdan. Hiçbiri görmez yüzümüzü. Çarpmamaları gereken fiziki bir engelizdir karşılarında. İnsan olduğumuzun duygularımızın önemi kalmamıştır. İşte o kadarızdır artık.

İnsan tanımlanırken;  ‘’insan yaşadığı acıyı ömrü boyunca taşıyan canlıdır’’ önermesi de eklenmeli. Çünkü bizim acımız özlemle birleşiyor. Çünkü özlemimiz acımızı derinleştiriyor.

‘’ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz’’

Zaman hiçbirimize aldırmadan geçip gidiyor. Bazen kader diyoruz, bazen şans, bazen de şanssızlık. Ama o aldırmıyor hiçbirimize, acımıyor sadece akıp gidiyor. Bir gün varken diğer bir gün siliniyoruz aklında olduğumuz herkesten.

Ne kadar insansak o kadar yanıyor canımız.

Hayat dediğimiz koşuşturma bazı acılardan sonra sadece bir fotoğrafa bakmaya dönüşüyor. Ya da bakamamaya. Korkular sarıyor içimizi. Ya unutursam yüzünü diye soruyoruz kendimize ve unutmayı delice isterken unutmaktan korkuyoruz.

Her gidenden bizleri ağlatan gülüştüğümüz anlar kalıyor geriye.

Uçarken ölmüş, bin bir renkli bir kuş döne döne düşüyor içimize. O kuş döne döne düşerken bir göz yaşı gibi; ‘’uç’’ diyoruz içimizden, ‘’ne olur uç ‘’ diye yalvarıyor aklımız, kalbimiz, ruhumuz. Olmayacağını bilerek.

Hepimizin hiç kimseye göstermediğimiz bir yaramız var içimizde. Yoksa da bazılarımızda her an olabilir biliyorum. Çaresizce adımlıyoruz kaldırımları. Kimseyi görmeden. Yarı silinmişiz gibi. Herkes görüyor bizi ama kimse görmüyor. Bükülüp üst üste sarılıyor demirden ve çelikten bir acı. Kopmaz, kırılmaz, bükülmez iki metalin güç ile birbirine sıkı sıkı sarılmasıyla yerleşen bir acıdan söz ediyorum.

Bir göz yaşı kadar küçük, bin bir renkli o minik kuş uçup gitti aramızdan. Bir rıhtımın üzerinde kolumuza giren çaresizlikle bakakaldık ardından.

                                                               ‘’Üzgünüm;’’

dedi ve gitti

Tek başına kimse yalnız değildir. Her yalnızlık birinden kalır bizlere.