Almanya ile yaşadığımız krizin, silah ambargosuna dönüştüğünü Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli açıkladı. ABD ve Almanya'nın, TSK'nın ihtiyaç duyduğu birçok malzemeyi parasını ödediğimiz halde teslim etmediğini söyledi bakan.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, ABD'de bir yayın kuruluşuna verdiği röportajda "Bizim paramızla alamadığımız silahları, PKK'ya, PYD'ye bedava veriyor ABD. Bunu anlamak mümkün değil" dedi. ABD'nin "vermiyorum" dediği silahlar, devlet ricalinin koruma ekibi tarafından kullanılan silahlar... TSK'nın operasyonel timlerinin kullandığı "yüksek teknoloji ürünü" silahları da etkiliyor bu ambargolar.

Peki neden?

Almanya, daha önce de silah satışında ayak diretiyor, Türkiye'nin aldığı silah ve teçhizatları (helikopter dahil) PKK'ya karşı kullanmasını istemiyordu. Suriyeli mülteciler için söz verilen 8 milyar Euro'nun ödenmesi için şartlar koşan Almanya, krizi daha da tırmandırmayı tercih etti ve bugünlere geldik...

Türkiye, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında da ABD'nin silah ambargosuyla karşı karşıya kalmıştı. Başbakan Bülent Ecevit, buna karşılık "Rusya'yla fındık satış anlaşması" imzalayarak hamle yapmıştı. Ardından TÜSİAD'ın tam sayfa ilanları, ortalıktan buharlaşan yağ, şeker, tüpgaz gibi temel ihtiyaç maddeleri ve erken seçim...

Şimdi de benzer bir durum var. Türkiye, Batı'nın her bahaneyi fırsat bilerek silah satışında mızmızlanması ve ayak diretmesi karşısında Rus silah teknolojisini de alternatif olarak gündeme getirdi. S-400 hava savunma sistemleri alıyor Türkiye... NATO konsepti dışında bir hamle. Ama Türkiye'ye "bizim silahlarımız tek seçeneceğiniz" dayatması yapanlara karşı da olması gereken bir hamle.

* * * 

Türkiye'ye silah ambargosu uygulayan ABD ve Almanya, aynı titizliği ne Barzanistan ordusu için gösteriyor ne de PKK için. Erdoğan ABD'de iken, koruma ekibine silah satışı yapılmayacağı açıklandı. Ama aynı gün, Suriye PKK'sına zırhlı araçlar ve yüksek teknoloji ürünü silahların sevkıyatından fotoğraflar düştü ajansların ekranlarına...

Ankara, Almanya'nın "Mülteci Geri Kabul Anlaşması"nın şartlarından biri olan 8 milyar Euro'luk yardımı ödemesinde ısrarcı olmasa, sesini çıkarmasa başka bir bahane bulunacaktı. Erdoğan'ın korumaları, protestoculara Türkiye'deki gibi davranmayıp, ABD'deki teamüllere göre sessiz kalsaydı da başka bahane bulunacak ve bu ambargo konulacaktı.

Yeni konsept; İran, Türkiye, Irak, İran ve Suriye merkezi yönetimlerinin zayıflatılıp, buralardaki "kontrol dışı güçlerin" yükselişini sağlamak. Bir dönem IŞİD'i yükseltip alan hakimiyeti sağlayanlar, şimdi aynı şeyi Kürt silahlı grupları aracılığıyla yapıyor. Batı, PKK'yı "terör örgütü" kabul ediyor ama sadece Türkiye topraklarında. Aynı örgüt, Suriye'ye veya Irak'a geçtiğinde anında "özgürlük savaşçısı gerillalar" oluveriyor. 

İngiliz BBC'nin PKK kamplarında hazırladığı belgeseli hatırlıyorsunuz değil mi? Köy basan, kendi halkından insanları bile öldüren, çocukları kaçırıp "savaş" makinesine dönüştüren onlar değil sanki, çiçek çocuklar vardı karşımızda...
Almanya'da PKK'nın yaptığı gövde gösterisini de ekleyin o görüntülerin üzerine...

Hemen, Cemalettin Kaplan ekibinin Almanya'da özel himaye altındayken ellerinde tahta tüfeklerle savaş (onlar cihat diyor) çağrısı yaptığı yıllara dönün...

Yani Almanya'nın derdi, "demokratikleşme, çağdaşlaşma, insan hakları" falan değil... İsrail'e karşı özgürlük mücadelesi veren Filistin örgütlerinin Almanya'da aynı özgürlüğe sahip olabildiğine tanık oldunuz mu hiç?

* * * 

Tarihçi dostum, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ali Satan'ın hatırlattığı yakın tarihimizden bir başka örnek daha verelim:

Türkiye'de seçilmiş Demirel hükümetine karşı "muhtıra" ile yönetimi devralan 12 Mart yönetimi iş başına gelmiş. Türkiye'de 68 gençliğini henüz "terörize" edip, "silahlı mücadeleye" kanalize" edememişler. Sıkıyönetim Mahkemesi'nde "Atatürk'ün bağımsızlık anlayışı ve emperyalizme karşı duruşu"na dayalı manifesto gibi bir savunma yapan Deniz Gezmiş ve arkadaşları henüz asılmamış...

Seçilmişler gitmiş bir merkezden atanmışlar "anti demokratik" şekilde memleket yönetimini ele geçirmiş...

İşte tam bu zamanda, Almanya'nın Sesi Radyosunda yayınlanan bir haber metni şöyle:

"Ankara'da geçen hafta ortasında, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en iyi yetişmiş en aydın başbakanı yönetiminde, genel kanıya göre, Atatürk devrinden bugüne gelmiş geçmiş hükümetlerin en kuvvetlisi kurulmuştur. Kabinede ehliyet ve kabiliyeti ile sadece enternasyonal politik ve ekonomik çevrelerde isim yapmakla kalmayıp, aynı zamanda dürüstlük, çalışkanlık, ve milli ideallere yüzde yüz bağlılıkları hiçbir şüpheye yer bırakmayan birçok şahsiyetler yer almıştır."
Almanya'nın Sesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin en aydın başbakanı olarak lanse ettiği Nihat Erim'in kurduğu "atanmış" hükümet için aydınları da göreve çağırıyordu:

"Eğer Atatürk ilkelerine bağlılıklarını her fırsatta ve vesile ile izhar eden Türk aydınları, sözlerinde samimi iseler, Nihat Erim kabinesinin başarı sağlaması için var güçleriyle yardım etmeleri gerekir. Atatürk'ün hangi şapkayı giyip hangisini giymediğini hangi ideallere bağlı ve hangilerine karşı olduğunu bilen devlet adamıdır."

Özetle; emperyalizm işine geldiği zaman "demokrat", işine gelmediği zaman da "darbeci" olabiliyor. 

15 Temmuz'da darbe gerçekleşseydi, Amerika'nın Sesi, Almanya'nın Sesi ve BBC Türkçe'de de benzer metinler okuyacaktık, hiç kuşkunuz olmasın. Batı'nın kucağına oturup ne demokrat olunabilir, ne devrimci, ne mücahit, ne de ülkücü... 
Hangi kılıkta görünürse görünsün, Türkiye'de "iç kargaşa" çıkarmak için bugünlerde saha çalışmasını hızlandıran emperyalizmin gönüllü piyonlarına karşı dikkatli olmak zorundayız.