Ahmet Haşim, henüz 46 yaşındayken 4 Haziran 1933’de vefat etmişti. Eyüp Mezarlığında bulunuyor. Akşam şairi olarak tanımlanın Ahmet Haşim'in şiirini analız edebilmek için yaptıkları ve yapamadıkları ile tüm sanat dünyasına girebilmek, dönemin içte dıştaki edebi akımları yanında ruhsal yönlerini bilmek gerekir.
Haşim'i şöyle özetleyenler çoğunluktadır:
"Sinirli, tepkilerini saklamayan, açık ruhlu, övmekten çok yeren, kınayan, alaya düşkün, mağrur ve bencil, kanmamış bir ruhun azapları ve kavramları içinde ne topluma ne de arkadaşlarına ısınamayan bir kişiliktir. Bu nedenle mânen sürekli yalnız kalmış, yalnız güzel ve bol yemek yemekten hoşlanmıştır. Arkadaşları arasında yalnızca kendisinin üst görevlere getirilmeyişinin nedeni, ihmal edilmiş olmasından çok, yaratılışının hırçın ve fazla kuruntulu olmasındandır.”
Ahmet Haşim de üç eksiklik duygusu sürekli göze çarpar.
Bunlardan biri, kendisinin Arap zannedildiği korkusudur.
İkincisi, çirkinlik vehmidir.
Üçüncüsü, dostlarının onu çekemedikleri bu yüzden de vefasız oldukları zannıdır.
Bağdatlı olması, şakalaşmalar içinde kendisine Arap denilmesi, şuurunun altına antipati duygularının yerleşmesine neden olmuştur.
Meşrutiyet yıllarında milli edebiyatın ve milliyet fikirlerinin gelişmeye başlaması ondaki bu eksikliği sürekli su üstüne çıkarmış, bu konuların şakası bile Ahmet Haşim'i çileden çıkarmaya yetmiştir.
Çocukluğuna ait hasta annesi ve onu küçük yaşta kaybetmesi ile ilgili şuur altındaki anıları, zaman zaman sosyal çevre ile anlaşamayarak kendi iç dünyasına çekilmesinde etkenlerden biri olmuştur:
"Bu haşr-ı giryede koşturur benim de hülyâmı,
Hayal-ı ulvi-i nefretle kardeşiz bizler,
Başım cünûnu, ruhun gururunu gizler,
Bu haşr-i giryede koştur peşinde hulyâmı...”
İşte ruh dünyasının açık seçik görünüşü. Halep çıbanıyla yaralanmış olan yüzü, Ahmet Haşim'in kendisini çirkin sanmasına ve beğenmemesine neden olmuştur. Çirkinlik vehmi cesaretini kırar, kadınlara karşı aktif olma imkânını kaldırır.
Ahmet Haşim'in ruh halini anlayabilmek için bazı anekdotlar vermek istiyoruz:
O'na takılmayı seven muziplerden birisi "Ahmet Haşim" demiş. "Siz son devir edebiyatımızın en parlak simasısınız. Bütün arkadaşlarınız memleketin en yüksek mevkilerine geçtiği halde, siz hala bir lisede öğretmenlik etmektesiniz...”
Bu şaka, Haşim'i çileden çıkarmış. Aylarca kükretip, kıvrandırmış. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na yazdığı mektupta şu satırlara yer vermişti:
"Ben mezbeleye atılmış bir abide gibiyim. Benim şahsımda, sanatın ve edebiyatın ezeli kutsiyeti bir küfre heder olmuştur. Bunun günahı hepinize ve bütün memlekete raci değil midir?" .
Dr. Nuri Fehmi, Haşim'in yalnızlıktan duyduğu üzüntüyü ve acıyı en çok dinleyenlerden biriydi. Onun ruh dünyasını anlatmıştı:
“Uzun süre kin tutmazdı. Kızar, küser ancak, çabuk barışırdı. Ömrü orta bir refahla geçti. Müsrif denecek kadar cömertti. En büyük zevklerinden birisi dostları ile birlikte yemek yemekti. Haşim'in mütevazı sofrasında her gün birkaç arkadaşını bulmak mümkündü. O'na göre insan hayatında ve medeniyetinde mutfağın rolü, kütüphaneden az değildi. Yemeklerden en çok domates yemeğini ve domatesli pilav severdi. Meyvelerden kavunu, içkilerden buzlu suyu tercih ederdi. İçki ve tütünü pek az miktarda kullanırdı. Çayı kendi eliyle hazırlar ve misafirlerine ikram ederdi.
Çabuk yazmazdı, bir makaleyi bir iki günden evvel bitirmezdi. Yazdığını birçok defalar siler, değiştirir ve düzeltirdi. Bilhassa imla işaretlerine önem verirdi. El yazısı güzel ve okunaklıydı. ... Zannedersiniz ki cepleri işitilmemiş espri ve istiarelerle doludur. Hele birini hicvetmek istediği zaman dünyanın en güzel ve orijinal sözlerini bulur söylerdi.”