Yazıma bir Pır Sultan Abdal şiiriyle başlamak istedim: 

Yel esti mi aşka gelir sallanır 
Mart ayında yeşillenir ağaçlar 
Kıpkırmızı donlar giyer allanır 
Hu dost çağırır allanır ağaçlar 

Çiçek açar domur domur dal verir 
Kimi uzar birbirine el verir 
Kimi meyve verir kimi gül verir 
Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar 

Yaz baharda bahçe ile bağ ile 
Kaba çamın gürlemesi dal ile 
Koç yiğidin eğlencesi yar ile
Muhabbet eder eğlenir ağaçlar
 
Pîr Sultan Abdal'ım Hatayi Şah'ım 
Adam için ne haketmiş Allah'ım 
Güz gelince salar yaprağın dalın 
Vakti geldi mi sulanır ağaçlar

Orman dağların zümrüt örtüsü, kırların en güzel süsü, yapraklardan bir engin deniz gibidir. Rüzgâr estikçe ağaçlar uğuldar, Gönlümüze hayat, sağlık verir. Havalar burada yıkanır, oksijenle dolar.  Ağaçlar, türlü türlü... Güzellik ve zenginlik kaynağı... Ne diyor Iğdır türküsü: 

"Iğdır'ın al alması
Yemeye bal alması..."

Evet... Orman güzellik ve zenginlik demektir. Onsuz memleket çöldür, çoraktır. Orman bulutları, bulutlar ormanları sever. Orada konaklar. Boşanır sağanaklı yağmur... Ormanlar, suların öz annesi. Gölgelikte doğup büyüyen dereleri ormanlarımız korur, besler ninni söyler.

Elma olur, ayva olur, armut olur. Şanlıurfa türküsünde nar olur:

"Bahçede nar ağacı
Sensin başımın tacı"

Gazetelerde, radyolarda, televizyonlarda, sosyal medyada ağaçlarla, ormanlarla ilgili güzel sözler okuyoruz, dinliyoruz. Tablo gibi iç açıcı manzaraları seyrederken, anlamlı sloganlar işitiyoruz. Ağacı seviyoruz. Ormanı seviyoruz. Yeşili seviyoruz. Hem de yakıyoruz. 

Sevmek ve yakmak... 

Halk hikâyelerimizde türkülerimizde, şiirlerimizde hep sevenler sevdiklerinin yolunda yanmış, yakılmışlar. 

Hâlbuki ormanı seven biziz, yakan da biziz. Belki, geleceğimizi yaktığımızın farkında olmadan... 

Yalnızca yangın mı? Çevre kirlenmesi, asit yağmurları, bilinçsiz kesimler binlerce hektar ormanı yok ediyor. Elbette tabiatın dengesini de... Parklardaki ağaçları gözümüz gibi korumalıyız. Ormanları katleden maden ocakları için eylemlerle dikkat çekmeliyiz. Ama yüzlerce mislini kül eden yangınlar için ne yapıyoruz?

Piknik ve kamp ateşi, sönmeden atılan sigara ve pek çok sosyo-ekonomik sebep eklenince, orman yangınlarından biri bitmeden diğeri başlıyor. Sigaraları söndürürken daha dikkatli olabiliriz. Sıcak çayımızı termoslarımızla piknik alanına götürebiliriz... Daha nice nice önlemler için gencimiz, yaşlımız, entelimiz, dantelimiz niçin tıslamıyor? Yaz geldi geçiyor daha duta siftah etmeyenler var. Yıllar yıllar ötesine gittim ve Aliye Akkılıç'ın sesini anımsadım. Ne güzel söylerdi Erzincan yöresinden derlediği bu türküyü:  

"Dut ağacı boyunca
Dut yemedim doyunca"

Küresel Orman Takip ve Uyarı Sistemi verilerine göre Türkiye, son 12 yılda 164 bin 222 dekar ormanını kaybetti. Bu alan Kayseri büyüklüğünde bir alan. En çok orman kaybının olduğu iller Antalya ve İstanbul oldu. 
Amacım karanlık tablo çizmek değil. Bu yıl yangınsız bir yaz mevsimi geçirmeyi dilerken, peş peşe yangın haberleri geliyor. Burnumuzun dibinde Beykoz şehir ormanlarındaki yangının biri bitmeden, diğeri beş ayrı yerden başlayıveriyor. Ağacın, ormanın tümüyle yeşilin ve onları sevmenin güzelliğinden, ferahlığından, iç açıcılığından örnekler sunmak istiyorum. Siz Balıkesir yöresinden derlenen türküyü mırıldanırken, ben de söze nereden başlayacağımı düşüneyim: 
 "Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek / Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek" 

Gönüller ne sevdalardan, ne ağaç sevgisinden vaz geçmesin sevgili okuyucular. Yarın ki yazımda atalarımızın ağaca verdikleri değerden söz etmeye başlayayım, olur mu?