Dünkü yazımda dertlerle ilgili atasözlerinden örnekler yazmıştım. Bugün, deyimlerimizden, kargışlardan, manilerden örnekler verebilirim:

Dert olmak”, “Derde derman olmak” , “Derdini açmak” , “Derdini çekmek”, “Dert benim tasa senin mi?”, “Dert edinmek”, “Dert ortağı” , “Dert yanmak”, “Derdi günü” , “Derdini dökmek”, “Derdini Marko Paşa'ya anlat”,” Dertsiz başını derde sokmak” , “Dert değil” , “Dert anası – dert babası”, “Dert dert üstüne.”

Kargışlarımızın yani beddualımızın birçoğunda dert bulunuyor:

“Allah dert vere derman vermeye.”

“Dermansız derde düşesin.”

“Dert tuta.”

“Dert çekesin ölmeyesin.”

“Eski derdine dönesin. Evvel derman buldun; şimdi bulamayasın.”

Şu manide hem kargış hem alkış var:

“Eşeğe bin at görme, / Kemik yala et görme, / Yedi yıl sıtma tutsun, / Ondan başka dert görme.”

Maniler, sözlü halk edebiyatımızın yaygın türlerinin birini oluşturuyor. Dertleri konu alan manilerimiz, daha çok aşk özler, vuslata erememek üzerine söylenmişler.

Örnekler verebiliriz:

“Maydanoz ot değil mi / Yaprağı dört değil mi, / Yârim benden ayrıldı, / Bu bana dert değil mi?

“Ak koyun kara koyun, / Kabrimi derin oyun, / Ben bu dertten ölürsem, / Adımı dertli koyun.”

“Kara çadır is tutmaz / Beylik martin pas tutmaz, / Ben bu dertten ölürsem, / Elin kızı yas tutmaz.”

“Dertli dertli gezerim, / Dert bohçası çözerim. / Felek elime geçse, / Derisini yüzerim.”

Türküler vadisinde de de bir süre dertli dertli gezinelim:

Yazımızın başında söz ettiğimiz Fuzulî’nin gazelinde söz edildiği gibi en güzel dert aşk derdi. Aşk derdi için deli olunur. Tokat’ın, Zile ilçesi Çakırcalı köyünde Murtaza Kurt’tan Arif Meşhur’un derlediği türkü ne güzel anlatıyor:

Derdinden del-oldum inan vallahi

Ne yaman mestane bakar gözlerin

Derdi veren dermanını vermez mi?

Abu revan olmuş akar gözlerin.

Gâhı şadı hürrem gâhı bu gönül gamda

Sen güler oynarsın hep dertler bende

Zöhre yıldızının nişanı sende

Korkarım cihanı yakar gözlerin

Karacaoğlan’ı gurbete salan püsküllü dert elbette bir aşk derdiydi. Şöyle söylüyor:

“Aman Karacaoğlan aman bunaldım,

Aşkın çöllerinde şaşırdım kaldım,

Bir püsküllü derdi başıma aldım,

Bu azgın dert beni gurbete saldı….”

Türlü ağıtlar, ilahiler, kırık hava türküleri, uzun havalarda dertlerden dertlilerden sıkça söz edilir:

İhsan Ozanoğlu’dan alınmış bir Kastamonu türküsünde, baharın şenliğinde bülbülün sesinin dertlere derman katacağı umuluyor:

“A bülbülüm ne ötersin

Dertlere derman katarsın

Yaz gelir kışın gidersin

Dertli dertli ötme bülbül

Baharın şenliği bülbül…”

Âşık Veysel’den alınan türküde ise bülbül derde derman olmak şöyle dursun, derde dert katma çabası içinde:

“Ne ötersin dertli dertli

Dayanamam zâra bülbül

Hem dertliyim hem firgatli

Yakma beni nâra bülbül

Ötme bülbül ötme bülbül

Derdi derde katma bülbül

Benim derdim bana yeter

Bir dert de sen katma bülbül …”

Neşet Ertaş’tan derlenen Kırşehir türküsü, dertli bir ananın yetim kalacak olan yavruları düşünülerek söylenmiş:

“Aman dünya ne dar imiş

Dert çekmesi ne zor imiş

İçerimde yare varmış

Dermanını arar oldum

Dertli dertli gezer oldum

Ben derdimi yazar oldum

Bu derdi ben çeke çeke

Hem canımdan bezer oldum

....”

Tunceli yöresinde İhsan Öztürk’ün Nesimi Çimen’den derlediği bir türkü var:

“Bülbül gibi bağlamışım kareler / Ayrılık derdine nedir çareler / Merhem kabul etmez dilde yâreler / Seher yeli sevdiğimden bir haber?

Ağıtlar, felâket üstüne söylenmiş şiirler, ezgilerdir. Eskiden Türklerde “yuğ” denirdi. Ölenin iyiliklerini, ölümünden duyulan acıları sayıp dökmek üzere, ölü çıkan evlerde yas toplantılarında okunur ağlanırdı. Yalnız kişi ölümleri değil; yangınlarda, sellerde, depremlerde, savaşlarda, benzeri afetlerde söylenen acı dolu şiirler de ağıttı.