''Sevdiğim insanlara kızabilirdim, Eğer sevmek bana mahzun durmayı öğretmeseydi.''

    Kaç gün oldu boş boş baktım önümdeki bilgisayarın ekranına. Aklımda onlarca konu olmasına, söylemek istediğim onlarca düşünceye ve kurmak istediğim onca cümleye rağmen tek satır yazamadım. Saatlerce oturdum masanın başında. Ne yazdıysam sildim. Ne söylediysem beğenmedim. Evet itiraf ediyorum; tüm bu süreci sevdiğim müzik parçalarını dinleyerek geçirdim ama onlardan da her zaman aldığım tadı alamadım.

    Tam dilinizin ucuna gelen ama çıkmayan sözcük gibi bulamadım nedenini. İnanın birkaç günüm böyle geçti. Bu gün öğleden sonra tersine döndü bu durum. Aniden çok sevdiğim bir arkadaşım geldi aklıma. Sanki birdenbire her şey değişti. O saniye anladım neden yazamadığımı. Neden böyle olduğumu. Bıkkın, sıkılmış ve ışıksızdım. Ben üstümüze gelen onca üzücü gündemmaddesine rağmen içinizi karartacak yazılar yazmak istemiyordum. Bütün olanı biteni anlamam için bir arkadaşımı çok sevdiğimi anımsamam gerekiyormuş. Ne konuşmamıza gerek kaldı, ne de başka bir eyleme. 

    O andan itibaren bitti içimdeki bıkkınlık, sıkılmışlık, karanlık. Sizce de sevgi mucize değil mi? Bence mucize. Sevgi bir anda sizi bambaşka bir insana dönüştürebilir. Sizlere anlatmaya çalıştığım bu durumu İran sinemasının önemli yönetmenlerinden Majid Majidi Baran adlı filminde başarıyor.  Bence mutlaka izlenmesi gereken bir film. Ama izleyecekseniz lütfen orijinal dil ve altyazılı izleyin. Aynı coğrafyada yaşayan ''doğulu'' iki halk olarak ne çok ortak sözcüğümüz, tavrımız ve alışkanlığımız olduğunu görün. Ki Türkçe aşığı biri olarak tehlikeli bulurum dilimize geçen yabancı kökenli sözcükleri. Babası iş kazası geçirince erkek kılığına girerek aynı inşaatta  çalışmak zorunda kalan ''Rahmet'' ve ona aşık olarak kötü; hatta çok kötüyken iyi ve tertemiz bir insana dönüşen ''Latif'in'' öyküsüdür Baran. Bir dönemden sonra mistisizme yönelen İran sinemasının önemli yapımlarından biridir.   Mutlaka izleyin bu filmi. İçinize işleyecek sahneler, görüntüler var. İçinize işleyen sözler. Mistik bir yolculuğa çıkacak, Doğuya özgü bir masal izleyeceksiniz.  Hani söylüyor ya Hilmi Yavuz; ''hüzün ki en çok yakışandır bize/belki de en çok anladığımız'' öyle bir öykü/masal. En çok anladığımız işte. Doğu masallarının çoğu gibi. Tıpkı annelerimizin uzun kış geçelerinde anlattığı masallar gibi. Sobadan gelen çıtırtılar, bedenlerimizi saran o sıcaklığın içinde gözlerimizi kapatarak dinlediğimiz masallara benziyor Majid Majidi'nin anlattıkları. Bir de filmleri arasından ''Cennetin Rengi'' mutlaka izlenmeli.

    Sevginin armağan olduğunu düşünüyorum. Herkese verilmeyen bir armağan. Sevmeyi başarırsanız her şeyi seversiniz. Ağaçları, hayvanları, insanları, yaşamayı, Temmuzlar, Haziranları, yağmur sularına kapılıp giden kibrit çöplerini bile. Sokak hayvanları başka bakar gözlerinize. Çiçeklerin renkleri daha da canlanır. Bulutlar bir başka olur, gökyüzü bir başka. Kupkuru bir hayatın içinde akıp giderken bir dostunuz çekip çıkarır, yeni yepyeni bir hayata ve anlama karıştırır sizi. 

    Bunları düşündüm bu gün. Nereye gittiysem, ne dediysem hep bunlar vardı aklımda. Ara ara ince ve eğri bir yağmur yağdı. Bir şeyler çizdim kağıda. Acaba dedim hangi sözcük yakışır hangi sözcüğün yanına. Ben fark etmedim ama gülümsemiş bile olabilirim arada. Orhan Veli de gelmiştir aklıma, Sait Faik de.   Kalktım pencereden baktım. Yeşermiş buğday tarlaları gördüm. Yeryüzüne yaklaşan bulutlar.  Kısacası sevgi sözcüğü geçtikten sonra aklımdan; güzel ne varsa onu gördüm ben bu gün. Yaz dedim kendime yaz geçer. Açıkçası geçmesini de çok istemedim. Söyleyecek çok şey vardı. Saatlerce konuşabilirdim. Denemedim bile.

    Bizlere öğretilen giriş, gelişme, sonuç bölümleri umurumda değil. İç dökmenin kuralı mı olur? Uzun; upuzun bir monologsa; hayat bir önemi kalır mı ölçmenin, biçmenin sıraya koymanın? Hepimizin hayatı doğu masallarına benzemiyor mu? Hüzünlü ayrılıklar saklıyoruz hepimiz. Söylenmemiş sözcükler. Bakamadığımız gözler. Kaçırdığımız otobüsler, geç kaldığımız buluşmalar. Ve hareket eden trenlerin istasyonlarda bıraktığı boşluk.  Kısacası hüzün ki en çok yakışandır bize. Belki de en çok ''istediğimiz''.

    Şimdi ben; ben farkına varmadan yağan ve yok olan bir yağmuru/ ''Rahmet'i'' düşünüyorum ve diyorum ki kendime; her gün bir Sait Faik öyküsü okusam.

    Türkçenin ışıltılı ırmağı Sait Faik'le koyalım noktayı;

    "Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor."