Önce üç çocuğun hamile bir kediyi köpeklerine parçalattıklarını okuduk. Gözlerimize, aklımıza, hayatımıza sokulan bu vahşet karşısında çaresiz kaldık.   Çok üzüldük. Sonra o çocuklar bulundu.  On üç yaşındalar. Mahkemeye götürülürken söyledikleri ve tavırları daha da korkunçtu. Seni öldürsem üzülmem kediye mi üzüleceğim diye bağırıyordu içlerinden biri gazetecilere. Sesinde öğrenilmiş, özenilmiş ''bitirim'' havasıyla söylüyordu bunları.

On üç yaşındaki çocukların hayatın acımasız tarafına geçişi hepimizi korkutmalı. Toplum bütün bireyleriyle bir bütündür. Hasta ruhlu bireyler içinde yaşadığımız toplumda karşımıza çıkacak tuzaklanmış birer bombadırlar. Ne zaman patlayacağını, kimlerin canını yakacağını asla bilemeyiz. Görünen odur ki bir canlıya bilinçli olarak zarar verebilen insan bütün canlılara da zarar verebilir.

Pitbull denilen ve yasaklanmaya çalışılan köpek cinsi melezleme ile elde edilmiş bir türdür. Eğitimle saldırganlaştırılır; başlangıçta sevecen ve dost canlısı bir hayvandır. Nasıl saldırgan hale getirildiğini öğrendiğimde büyük bir şok ve üzüntü yaşamıştım. Pitbull sahipleri nöbetleşerek ve sırayla birbirlerinin köpeklerini dövüyorlarmış. Sadece sahibi dövmüyor, mamasını ve suyunu veriyor ve bir süre sonra zavallı hayvan sahibinden başka herkesi düşman görüyor.

Asıl sorulması gereken soru şu olmalı; hayvanlara bunu yapanlar ve yanlarında iyice vahşileşmiş bir köpekle sokaklarda gezenler bunu yaparak acaba kişiliklerindeki hangi eksiği, hangi acıyı, hangi ezilmişliği kapamaya çalışıyorlar? Sokaklarda görüyorum, parklarda, insanların kalabalık olduğu yerlerde dolaşıyorlar bu hayvanlarla. Acaba dikkat çekme isteği mi yoksa yukarıda bahsettiğim gibi daha derine ulaşan sorunları mı var bilmiyorum. Belki güçlü görünme, hükmetme isteği. Belki de hayat hepimizden çok onları korkutuyor. Emin olduğum tek konu ise bu insanların, geçlerin mutlaka ve mutlaka rehabilite edilmeleri gerektiği.

Başka başka acılar çeken canlılar olarak hepimizin en temel ihtiyacı sevilmek. Sokakta başını okşadığınız sahipsiz bir hayvan sizin yolunuzu gözlüyor. Bir yerlerde otururken başını okşadığınız devasa köpek hiç ummadığınız bir anda başını dizlerinize koyarak sanki sevimli yavru bir köpeğe dönüşüyor. İnsanlar olarak da temel ihtiyacımız sevgi. Çocukluğumuzda eksik kalan ne varsa ömrümüz boyunca bizimle geliyor.

Bir de şiddeti, ölümü, kavgayı yücelten; bütün o görüntüleri evimize sokarak normalleştiren diziler ve filmler var. Artık çocuklarımızın eğitiminde en önemli yeri televizyon tutuyor. O camda görülen ne varsa bir süre sonra normalleşiyor. İnsanı tek tip bireylere dönüştüren ve hepimizi hızla uçuruma doğru iteleyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Robotlaşıp, köleleşiyoruz. Kendilerine yeniden ve yeniden köleler kazandırıyorlar. Durmadan değer yargılarımızla oynuyorlar. Distopik romanlarda ne söylenmişse birebir yaşıyoruz artık.

Nasıl kurtuluruz bu durumdan? Bu girdaptan nasıl çıkarız? Kısa sürede bu duruma çözüm bulmak mümkün değil. Köklü bir değişim şart. Uzun yıllar boyunca bize dayatılan ve hastalıklı bireyler yaratan sistemde köklü, akılcı ve bilimsel değişiklikler gerekiyor. Öncelikle aksayan ne varsa ortaya konmalı ve doğru sorular sorulmalı. Yanlış sorulmuş bir sorunun doğru cevabı ulaştırması mümkün değildir. Yaratmayı istediğimiz sistem öncelikle bize, içinde yaşadığımız topluma uygun olmalı. Bu demek değil ki körü körüne geçmişimize bağlı kalacağız. Keşfettiğimiz her yanlışın yerine mutla doğrusu konulmalı.

Toplumların değer yargıları hızla değişiyor. Genetik bir kodmuş gibi bize aktarılan değerler yirmi birinci yüzyılın değerleriyle çoktan değiştirildi. Yaklaşık yetmiş yıl süren bombardıman ile istedikleri sonuca ulaştılar. Nasıl bir zincirin gücü en zayıf halkasıyla ölçülüyorsa toplum da içindeki zayıf  halkalardan parçalanmaya başlıyor.

Lütfen şu soruyu düşünün; bir çocuğun bir kediyi vahşice öldürtmesi için o noktaya kadar olan yaşamında hangi acıları çekmesi gerekir?