Bir önceki yazımda bizleri bunaltan, yıldıran sorunlardan bahsettim ama çözüm önerilerine yerim kalmadığından değinemedim. Şimdi o eksiği kapatmak için yazıyorum. Padişah keçiboynuzunu merak etmiş ve istemiş; yedikten sonra “Bir dirhem bal için bir çeki odun yenmez” diyerek çektiği eziyeti anlatmış. İçinde yaşadığımız bu çağa,bu günlere “keçiboynuzu çağı” demek geliyor içimden. Hepimiz bir dirhem bal için bir çeki odun yemeye devam ediyoruz.

Üretim araçlarının hızla gelişmesi, her alanda üretimin ucuzlaması doğal seçiciliği ortadan kaldırdı. Film çekmek ucuzladı ortalık tahammül edilemez bir sürü saçma sapan film dedikleri, dizi dedikleri “tüketim ürünüyle” doldu. İzlemeye başladığınız bir filmi yarım saat sonra kapatıp boşa harcadığınız zamanın acısıyla baş başa kalıyorsunuz. “Sevmedim” deme özgürlüğünü mutlaka kazandırın kendinize. Aynı durum edebiyat “ürünleri” için de geçerli. Kırk ya da elli sayfa okuduktan sonra fırlatıp attığım ve vazgeçtiğim kitap sayısı hızla artmakta. Yaşadığımız bu günlerde insanın tek başına yapabilecekleri ve gücü çok sınırlı. Hangi alan da olursa olsun değişimi gerçekleştirmek insan ömrünün çok ama çok üzerinde bir zaman alıyor; bu nedenle ülkelerin kültürel yapısı devlet tarafından desteklenmeli ve ideolojiler üstü olmalı. Eğitim sistemi içinde en önemli dönem ilk okuldur. Çocuğa ahlak eğitimi bu dönemde verilir. Şunu hiç unutmayın insan programlanabilen bir canlıdır. Çocuğa hangi programı yüklerseniz onu alırsınız. Eğitilmiş bireye öğretmek çok kolaydır. Öncelik mutlaka eğitim olmalı. Devlet sözcüğü de tartışmaya açılabilir bu bağlamda. Sadece devletin ilk ve en önemli amacı bireylerin mutluluğu, huzuru olmalıdır.

İşte çözüm burada başlıyor. Ama bireyin tek başına bunu başarması mümkün değil. İnsanların en büyük gücü ve güçsüzlüğü sayılarının çok olması. Bazen sayısal fazlalık değişimi ateşlerken bazen de değişimin karşısına yıkılmaz bir duvar olarak çıkıyor. Bizler bu açmazdan kurtulmak için neler yapmalıyız? Öncelikle “paylaşım” sözcüğünü yaşamımızın her alanına yaymalıyız.

Düşüncesine, bakış açısına, bilgisine güvendiğimiz insanlarla bir araya gelip paylaşım grupları oluşturmalıyız. Her alanda paylaşımcı olmalıyız. Doğru, iyi ve temiz gıdaya ulaşmak için birbirimizi desteklemeliyiz. Doğru filmlere, doğru müziklere, kitaplara, şiirlere ulaşsın diye insanlar bu alanlarda sevdiğimiz ne varsa paylaşmalıyız. Yaşadığımız günlere “ekran çağı” da deniyor. Çok ama çok doğru bir tanımla bu. Hepimizin uyku dışındaki zamanının çoğu bir ekrana bakarak akıp gidiyor. İş yerinde, evde bilgisayarların, televizyonların, telefon ekranlarının karşısındayız sürekli. İnsanlar özellikle çocuklar ve gençler ekranda gördüklerini normalleştiriyor, gerçek zannediyor.

Kötü adam rolleri oynayan Erol Taş’ın sokakta ne kadar dayak yediğini anımsayın. O ekranlardan insanlığı barışa, sevgiye, doğruluğa, dürüstlüğe ve özgürlüğe yönlendiren görüntüler akıtılmadan ve bu durum tüm ideolojilerin üzerinde tutulmadan bizler bu sorunlardan, açmazlardan kurtulamayacağız. Öncelikle insanlara “Anayasa’nın” diğer adının “toplum sözleşmesi” olduğu acilen öğretilmeli. Anayasaların amacı toplum huzurunu, özgürlüğünü korumaktır. Eğer bir toplum içinde yaşıyorsak en önemli değerimiz diğer bireyler ile yaptığımız toplum sözleşmesidir. Bu sözleşme mutlaka ve mutlaka geleceğe dönük olmalı. Bir adada tek başınıza yaşıyorsanız eğer hiçbir kurala ihtiyacınız yoktur. O adaya bir gün başka bir insan gelirse oraya ayak bastığı anda kurallara ihtiyacınız var demektir. Huzur istiyorsak karşımızdaki tüm canlıların haklarına saygı duymamız gerekiyor. Dünyayı, doğayı, insanı ve canlıları korumak hepimizin görevi olmalı. Bunları yapmadığımız zaman ruhumuz asla huzura kavuşamayacak. Tüketim toplumunu kabul etmek tükenmeyi kabul etmektir. Ancak merhametle, şefkatle, sevgiyle besleyebiliriz ruhumuzu. Bireyin yolculuğu doğumdan ölüme insan olmaya, insan-ı kamil mertebesine ulaşmaya çalışmaktır. Umarım bu yolda sonlanır yolculuklarımız.