65 yaş üstüne sokağa çıkmak yasak…

Neredeyse iki ay olacak dört duvar hapisteler…

En zoru da sanırım dün oldu…

Anneler Günü’nde, annelerin büyük çoğunluğu evlatlarından, sevdiklerinden uzak kaldı…

Belki genç anneler, çocukları küçük olanlar, sevdikleriyle birlikteydi…

65 yaş üstü annelerin büyük çoğunluğu dört duvar arasında yalnızdı…

Geçmiş yıllarda annelerin; oğlum gelir, kızım gelir, torunlarımı görürüm diye umutları hep vardı…

Dün kapı duvar oldu… İsteyen olsa bile gidebilen yok…

Tabii ki sağlık her şeyden önemli, dün gidemeyenler bugün annelerini görür, gönül alır…

Bu durum hepimize ders olsun…

Bir virüs bizi annelerimizden, tüm sevdiklerimizden uzaklaştırdı… Yaklaştırmıyor…

Toplum olarak değer yargılarımızı unuttuk… Bizi biz yapan, bizi diğer milletlerden ayıran en güzel özelliklerimizi kenara ittik…

Anne babalarımıza, büyüklerimize sevgiyi, saygıyı maalesef unuttuk…

Şimdi de yaşlılarımızı evlere hapsettik ve unuttuk…

Çocuklarıyla kalanlarda fazla sorun yok… Karı koca olanlar da en azından birbirine destek oluyor. Ama tek kalanlar için çok ciddi sıkıntılar var…

İhtiyaçlarını gideremiyorlar, alışverişe çıkamıyorlar… Çoğunun arayanı soranı yok… Günlerce süren yalnızlık hapsindeler…

Düşünün, emekli ama maaşını alması bile bir dert…

Maaşı evine kadar teslim ediliyor, kapıda ödeme yapılıyor gibi haberler yapılıyor…

Gerçek hayat, televizyonlarda anlatılanlar, gazetelerde yazılanlar gibi değil…

Kimisinin çok ciddi sağlık sorunları var… Doktora gitme imkanı yok. Eczaneden bile ilaçlarını alamıyor…

Kimisinin parası var ama kullanamıyor, çünkü alışveriş yapamıyor.

Kimisinin parası da yok, geleni gideni, arayıp soranı da yok…

Yalnızlığın, hele hele kimsesizliğin ördüğü dört duvar insana mezar gibi geliyor…

Hepimizin kaderi aynı…

Bugün anne babamızın yaşadıklarını ve de yaşattıklarımızı, yarın öbür gün biz de yaşayacağız…

Biz büyüklerimizi ne kadar mutlu eder, ne kadar değer verirsek…

Çocuklarımız da bizi örnek alacak… Yarın bize o kadar değer verecek…

Ne ekersen onu biçersin misali…

Sadece özel günlerde değil, her daim saygı, sevgi ve ilgimizi eksik etmeyelim…

*****

Hayırsız evlat evi

Takvime baktım da 5 sene olmuş buraya geleli. Nasıl geçti o 5 sene, bir de bana sor. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle değil. Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum.

Beni buraya bıraktığın gün... Anneler Günüydü hatırlıyor musun? O günden beri Anneler Günü benim için daha da anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana.

Sen küçük bir çocuktun daha. Hiçbir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım.

Şimdi beni nasıl olup da tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi. Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…

Geçen gün eski komşumuz Mevhibe teyzenin kızı Şükran geldi. Yolda görmüş seni.

“Neden bıraktın anneni?” diye sormuş sana. “Kendisi istedi. Maaşı da var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin. Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden; “Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım…

Yaramaz bir çocuktun sen. Yerinde duramayan serseri bir mayın gibiydin. Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini… Komşulardan biri sana “çok yaramaz” dedi diye, aylarca onun yüzüne bakmamıştım. Kimse laf söylemesin, incitmesin isterdim. Tahammül edemezdim sana dikilen sert bir bakışa bile…

Geçen gün bana “bunak kadın” dedi bakıcının biri. Hasta bezini lavaboda unutmuşum. Arada oluyor tutamıyorum diye vermişlerdi. Diğerleri de duydu ya, nasıl utandım bir bilsen… Daha ne laflar söylüyorlar da dilim varmıyor anlatmaya. Kırar mıyım, incitir miyim diye kim düşünüyor ki?

Yaşlansam da geleceğe dair umutlar besliyordum buraya gelmeden evvel. Evladımı büyüttüm nasıl olsa, artık yorgunluklar biter, ben rahat otururum, torunlarımı severim diyordum…

Sen sorarsın “anne ilacını getireyim mi, bir şeye ihtiyacın var mı?” diye. Arkama yastık koyarsın, kesemediğim tırnaklarımı sen kesersin sanıyordum. Şimdi çoğu kez tırnaklarımı keserken kanattıklarını bilmezsin tabi…

Gerçi benden daha beterleri de var burada. Emine Bacı vardı mesela. Köyden gelmişti. Bir ay kadar oldu öleli. Bir sene evvel de Alzheimer hastası olan kocası ölmüştü.

Çok çekti zavallı. Üç oğlu varmış Emine Bacı’nın. Aslan gibiymiş hepsi. Ben görmedim, gelmezlerdi hiç. Üç adam bir anayı sığdıramamışlar evlerine. Bağ bahçe gezmeye alışmış kadın. Hiç oturup kalmamış yerinde. Burada nasıl zorlandı, neler çekti Allah biliyor. Her yaz köyüne gidecek diye umut ederdi. Haber göndermiş oğlu, “Annemin ancak ölüsü çıkar oradan” demiş.

Köylülerden çıkarıp bakmak isteyenler olmuş, ona da izin vermemişler. Bir keresinde pencereden atlamaya kalktı da zor tuttu bakıcılar. En son oğlu bayramlık göndermişti, “zıkkım olsun ondan gelen” dedi, giymedi elbiseyi. Hiç oğlum, yavrum demedi. “Köyüm” dedi, “evim” dedi durdu gariban… Bir sabah yatağında ölü buldular. Ölümü bile yalnız oldu Emine Bacı’nın.

Sık sık uğrarım demiştin. Tam 8 ay olmuş uğramayalı. İşlerin yoğunmuş, zamanın yokmuş. Torunlarım da sormuyorlar demek.

Yeni eve taşınmışsın aldım haberini. Arkadaşın Zehra söyledi. Vefalı kızdır, arada geliyor sağ olsun. Annesi de babası da yanında vefat etmiş. Hiç bırakmamış bir yere, yanından ayırmamış. İmrenmedim desem yalan söylerim… “Evi çok büyük” dedi. Kocaman odaları, geniş bir balkonu varmış evinin. Yeni mobilyalar almışsın, eskileri elden çıkarmışsın. Tıpkı beni çıkardığın gibi… Her şeyi sığdırdın da evine, bir beni sığdıramadın a kuzum.

Hadi onu da geçtim. Bir kere “Anne gel evimi gör, birkaç gün kal” bile demedin…

Zehra’ya “Anneler Gününde görmeye gideceğim” demişsin… Ben Anneler Gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum. Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belki de… Bir evlat, bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın? Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer…

Evladın hayırsızı huzurevine terk eder annesini, babasını. Kim icat etmiş bu huzursuz evleri?

Huzur eviymiş. Her gün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiçbir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allah’ım al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum…”

Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış Anneler Günü denen yalancı günü?

İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın, sonra Anneler Günü ziyaret etsinler diye öyle mi?

*****                 

TEBESSÜM

Beyaz

Çocuk annesine sorar:

- Anne senin saçların neden beyaz?

- Sen beni her üzdüğünde saçlarımın bir teli beyazlıyor.

- Anladım, demek ki anneannemin saçları o yüzden hep beyaz.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Anne herkesin yerini alabilen ama onun yerini kimsenin alamayacağı kişidir.