Divan edebiyatında şairi unutulmuş beyitlerden ya da ölçülü halk şiiri haline gelmiş atasözü ve deyimlere lâedri diyorlar. Bu sözler düşünceleri, az kelime ile anlatırlar. İmza yerine “Lâedri” sözcüğünü görürsünüz. İşte bir örnek:

  “Buyurmadan giden evlât / Sürmeden giden at / Eve girersin yüzü güleç avrat / O evde olur bir bereket../ Buyurursun gitmez evlât/ Sürersin gitmez at / Eve gelirsin yüzü asık avrat / O evden kesilir bir bereket..”

              Benzer ölçülü sözlerin, yurdumuzun hemen her yerinde, değişik şekillerde, folklor dağarcığımızda yaşadığını biliyorum. Örneğin Sivas yöresinde şöyle söylenir;

  “Deh demeden giden at/ Buyurmadan gören evlât/ Eve girince gülen avrat/ Gir oyna, çık oyna..

  Deh demeden gitmeyen at/ Buyurmadan görmeyen evlât/ Eve girince gülmeyen avrat/ Gir ağla, çık ağla..”

  Bırakınız buyurmadan gören evladı, buyurunca anne baba sözünü yerine getiren evladı da arayanlar az mı?

  Adamın iki oğlu varmış. Bir gün büyük oğlundan su istemiş. Oğlu hiç oralı olmamış. Küçük oğlu, suyun kendisinden isteneceğini anlayınca babasına seslenmiş:

  - Baba, herkes söz anlamaz. Kalk bir sen iç, bir de bana ver!..

  Bu fıkra, bir ata sözünü çağrıştırdı:

  “Babası oğluna bağ bağışlamış, oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş”

  Anımsadığım ölçülü halk sözleri, hepimizin pay çıkarabileceği fıkra ve yukarıdaki atasözü yazımın başlığını ortaya çıkardı.

  Anne, baba sevgisi ...

  Mayıs ayında anneler gününü, haziran ayında da babalar gününü kutluyoruz. Bu günlerde annelerimize, babalarımıza sevgimizi anlatan şiirler, güzel yazılar yayınlanıyor, radyo, televizyon programları yapılıyor. Kuşkusuz bu yıl da türlü etkinliklerle kutlanacaklar. Annelerimize babalarımıza armağanlar sunacağız. Biz yine “Anne her zaman annedir. Bir gün olur mu? Her an annelerimiz başımızın tacıdır” diyeceğiz

  Ama, Anneler günü, Babalar Günü ilân edilmeden önce de Türk gelenek göreneklerinde ayrım yapılmadan anne ve baba sevgisi, Tanrı sevgisinin ardından, sevgilerin en kutsalı sayılırdı. Bugün de bu böyle. Peki yukarıdaki fıkra ve atasözü ne oluyor, diye sorabilirsiniz. Bunlar çok az da olsa gelenekten kopmuş çocukları, yola getirmek için bir yergiden, taşlamadan başka bir şey değil.

Bazı araştırmacılar, “Anneler Günü”nün kökenini çok eskilere, Sümerlere kadar dayandırıyorlar.  Matriyarkal (anaerkil) düzenin var olduğu, ilkçağlardan bu yana İştar, Kybele, Rhea  gibi  adlarla analık, doğurganlık niteliğiyle ön plana çıkmış. Doğanın uyandığı bahar mevsimi ile özdeşleşmiş. Patriyarkal düzenin yerleşmeye başlaması zaman zaman kutlamaların içeriği ve şekli değişmiş. Kimi zaman gizli yapılır olmuş.

Günümüzden birkaç yüzyıl önce 1600'lü yıllarda İngilizler arasında "mothering sunday" adı ile, lent döneminin dördüncü pazar günü kutlamalar yapılmış.

Hristiyanlığın yaygınlaşmasından sonra, bu kutlama, onlara hayat veren ve kötülüklerden koruyan ruhani bir güç sayılan "Anneler Kilisesi" ni onurlandırmak amacıyla değişmiş. Anneler günüyle ilgili ilk resmi kutlama önerisi, Amerika'da 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından barışa adanan bir gün olarak tasarlanmış. Boston'da bir yürüyüşle kutlanmış.1907 yılında Philadelphia'da Ana Jarvis, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci pazarının Anneler Günü olarak kutlanması için bir kampanya başlatmış. Bir yıl sonra Philadelphia'da kutlanan Anneler Günü, Ana Jarvis'in izleyenleri tarafından bakanlara, işadamlarına ve politikacılara ulaştırılarak uluslararası olarak kutlanmaya başlanmış.

Evet, düzenin çarklarına kendimizi kaptırıp, Mayıs ayında anneler gününü, haziran ayında da babalar gününü kutlayacağız. . Bu günlerde annelerimize, babalarımıza sevgimizi anlatan şiirler, güzel yazılar yayınlanacak.  Radyo, televizyon programları yapılacak. Türlü etkinlikler düzenlenecek. Onlara armağanlar sunacağız.

YARIN: ANA GİBİ YÂR, VATAN GİBİ DİYAR OLMAZ