Seçimler bitti, belediye başkanları ve meclis üyeleri seçildi. Belediye başkanlarına beş yıl daha yetki verdik.

Seçim döneminde belediye başkan adaylarının uçuk vaatlerini hepimiz dinledik.

Asıl önemli olan önümüzdeki 5 yılda hangi anlayışla belediyelerin yönetileceğidir.

Belediyelerin ve belediye başkanlarının çok önemli yetkileri var.

Yolların yapımı ve bakımından, gıda ve pazar denetimine, işyeri açma ve çalışma ruhsatı vermekten binalara iskân vermeye kadar tüm yetki belediyelerin elinde…

Arsanız var, belediyenin yapacağı imar değişikliği ile arsanız yol veya yeşil alan için ayrılabiliyor.

İmar ve şehir planlaması da belediyelerin yetkisinde…

İşyeri açılış ve işyeri tadilat izinlerinde belediyeler tam yetkili…

Belediyelerin bu kadar geniş yetkisi olmasına rağmen ne yazık ki uygulamada çok çarpıklıklar yaşanıyor.

Size en fazla 5 kat bina yapabilirsiniz deniliyor ama önünüzdeki arsaya nasıl oluyorsa 30 kata kadar imar izni verilebiliyor.

Yeşil alan veya park olarak ayrılmış yerlerde bir bakmışsınız inşaat başladı…

İşyerleri, özellikle lokanta, kafe veya gıda işi ile uğraşanlar yeterince denetlenmiyor.

Denetime gidenler de aksaklıkları çoğu zaman görmezden geliyor.

Son örneğini Beşiktaş’ta yaşanan yangın faciasında gördük. İşyeri tadilata girmiş, kimsenin haberi yok veya habersiz gibi davranılıyor.

29 masum insanın canına mal oldu. İnsanlar öldükten sonra 3-5 kişiyi tutuklasanız ne değişecek?

Ardından Ankara’da hurdacılar sitesinde yangın çıktı. Bir türlü kontrol altına alınamıyordu.

Bunlar son bir haftada olanlar. Öncesinde buna benzer birçok acı olay daha yaşandı.

Ders aldık mı, maalesef hayır…

Seçim dönemlerinde adaylardan “Denetimleri sıklaştıracağım, hepinizin can ve mal güvenliğini sağlayacağım, izinsiz kuş uçurtmayacağım” yönünde bir vaat duydunuz mu?

Çünkü denetimleri sıklaştırmak, izinsiz iş yaptırmamak oy kaybettirir!

Belediyelerin en çok yaptıkları şey; kaldırım taşlarını yenilemek, cadde ve sokakların kenarlarını süslemek, ağaçlandırır gibi yapıp güya çevreci görünmek…

Bir de yandaş sanatçılara konser verdirip, yine panel düzenleyerek yandaşları parayla konuşturmak ve reklamlarını yapmak…

Kaldırımlar işgal edilir, masalar kurulur, servis yapılır, yürüyecek yer kalmaz… Esnafı küstürmemek için yetkili hiç kimse dönüp bakmıyor.

Belediyelerimizin çoğu ne yazık ki kaldırım belediyeciliğine dönüştü…

Kaldırımlar bile işgal altında, kaldırım belediyeciliğini bile doğru dürüst yapamıyorlar…

Yenilenen kaldırımlar eskisinden beter oluyor, dizilen taşlar üç gün sonra sökülüyor.

Kaldırım belediyeciliği anlayışından vazgeçip belediyelerin aslı görevine dönmesi lazım…

***

Kuyumcunun günahı

Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyla kuyumcuya girdi. Kuyumcu saygıyla karşıladı.

İhtiyar dedi ki:

- Ben senin sevabınım!

Kuyumcu güldü ve alaycı bir şekilde:

- Pırıl pırıl bir yüzün olduğu doğru ama bir sevabın böyle görüneceğini hiç düşünmemiştim!

Bu sırada genç bir çift dükkâna girerek altın siparişi verdi.

Kuyumcu siparişi hazırlarken oturmalarını söyledi.

Genç hanım, gidip yaşlı şeyhin kucağına oturdu. Kuyumcu şaşırdı ve kadına sordu:

- Neden şeyhin kucağına oturdunuz?

Genç hanım şaşkınlıkla:

- Hangi şeyh? İyi misiniz siz? Neden bahsediyorsunuz? Burada kimse yok ki! Bize bu siparişimizi verecek misiniz, vermeyecek misiniz?

Şaşıran ve utanan kuyumcu, genç çiftin altınını vererek parayı aldı ve genç çift dükkândan ayrıldı.

Şeyh kuyumcuya dönerek şöyle dedi:

- Beni senden başka kimse göremez, bu ancak iyiler için mümkündür.

O arada başka bir erkek ve kadın girdi, aynı hikâye tekrarlandı.

Şeyh kuyumcuya:

- Ben senden bir şey istemiyorum! Rızkınızı artırmak için bu mendili yüzünüze sürün.

Kuyumcu mendili kutsal ve ruhani bir tavırla aldı, kokladı ve yere yığıldı.

Şeyh görünümlü ihtiyar ve arkadaşları, bütün para ve altınları alarak kaçtılar.

4 yıl sonra şeyh kılıklı bu adam ile 2 hırsız ve 2 polis dükkâna girdiler…

Polis memuru, şeyh ve kuyumcuya hikâyeyi sordu ve sırayla hikâyeyi anlattılar.

Polis memuru; “Tabii ki sahneyi aynen tekrarlamalısınız?” dedi.

Şeyh mendili yine kuyumcuya verdi. Kuyumcu koklayıp ovuşturdu ve anında yere düştü. Bu kez şeyh, sahte polis ve arkadaşları dükkânı tekrar soydular.

 ***

TEBESSÜM

Ramazan

Bektaşi’yi, öğle vakti, tek odalı evinde, sofrasını kurmuş, peynir ekmek yerken gören sofu öfkelenmiş:

- Ayıp ayıp... Senin eve Ramazan girmedi mi?

Bektaşi lokmasını yutmaya çalışırken ham sofuya cevap vermiş:

- Konaklar, köşkler, saraylar, gökdelenler, lüks apartmanlar, villalar varken mübarek Ramazan bizim tek gözlü eve uğrar mı?

 ***

GÜNÜN SÖZÜ

Bu ülkede sağcı, solcu; ilerici, gerici yoktur. Namuslular ve namussuzlar vardır. Siz namuslulardan olunuz, göreceksiniz çok kalabalık olacaksınız.

Cemil Meriç