Geride bıraktığımız yüz yılın önemli kadın şairlerinden Asıl adı Fatma Oflaz olan Derdiment'ten geçtiğimiz hafta söz ettim. Okuma yazması olmayan, çileli bir hayat yaşadığı Kangal'ın dışına (İl merkezinde düzenlenen Âşıklar Bayramı hariç) pek çıkmayan bu ozan hakkında bugün de bir şeyler yazmak istiyorum.

Derdiment hakkında araştırma yaparken, torunu Hasan Oflaz şiirlerinin toplandığı defterin yıllar önce Kangal'da öğretmenlik yapan birisinin elinde nasıl kaybolduğunu anlattı. Üzgündü. Ondan çok benim üzüldüğümü söyleyebilirim.

Derdiment'le İbrahim Aslanoğlu ilgilendi. Hayatı ve şiirleriyle ilgili bilgileri 1964 yılının Ağustos ayında Su Dergisinde yayınlamıştı. Ben Derdiment'le ilgili ilk bilgileri İbrahim Aslanoğlu'nun 1985 yılında yayınladığı "Söz Mülkünün Sultanları" adlı kitabından öğrenmiştim.

Derdiment, mahlasını ancak otuz yaşlarından sonra almış. Teyzesinin oğlu Mustafa Coşkun'la zaman zaman söyleşirlermiş. Tutiname'de yer alan hikâyeleri çok severmiş. Dudu Kuşunun anlattığı hikâyeler arasında geçen "Derdiment"i kendisine mahlas olarak almış ve şiirlerinin sonunda tapşırmaya başlamış. O günden sonra "Mahlassız şiir, kulpsuz testiye benzer," demeye başlamış.

Fatma Oflaz on üç yaşındayken ağır bir hastalığa yakalanmış. Aylarca yataktan kalkamamış. Herkes bir an önce ölse, o da kurtulsa, biz de diye düşünürken, bir gece rüyasında aksakallı iki ihtiyar görmüş. İhtiyarlar sağ yanında durmuşlar. Fatma'nın önüne bir tas çorba koymuşlar. "Ye iyi olursun," demişler. İsteklerini yerine getirmek için yatağın içinde doğrulmuş. Bu anda ihtiyarlar kaybolmuşlar. Sizin anlayacağınız çorbayı içmeden uyanmış. Ama o andan itibaren de hastalıktan kurtulmuş.

Bu olayın âşıklık yolunda bir önemi var mı yok mu, kendisi de pek farkında değil. Ben rüyada pîr görerek âşıklık yeteneği kazanılmasına ilişkin gelenek açısından yazdım.  Ama on altı, on yedi yaşlarındayken ufak ufak şiirler söylemeye başlamış. Şiire yabancı değil. Babası Ali Efendi de meraklıymış. Sesi güzelmiş. Çevrede ünlenmiş âşıklardan ama özellikle Âşık Ömer'den deyişler söylermiş. Fatma'da bunları dinler, bazılarını gizli gizli öğrenirmiş. Karşılaştığı bir duruma ilişkin tepkisini şiir diliyle veriyormuş. Bunları ne birine yazdırmayı akıl etmiş, ne de merak edip yazacak birileri çıkmış. Söyledikleri buza yazılan yazı gibi eriyip gidiyormuş.

Derdimend 1964 yılında katıldığı Sivas Âşıklar Bayramı'nda Aşık Veysel'le tanışmış. Onunla sohbet etmiş. İltifatını görmüş. Gecenin tek hanım şairiymiş. Onca erkek âşıklardan geri kalmamış. Yaşına, giyimine kuşamına bakıp dudak bükenlere meydan okumaktan geri kalmamış:

Âşık ne sorarsın benim halimi
Sivas'ta Meydanı açtım da geldim
Pirler masasına sundum elimi
Serian bir bade içtim de geldim

İnançta tanırız Hak Peygamberi
İkrar oldu iki cihan serveri
Bizi ikna eden ol din rehberi
Mübarek iziyle koştum da geldim.

O zayıf zekânı beyhude yorma
Kendini beğenip bizi hor görme
Sakın benlik ile meydana girme
Hocam, aşk ehlini seçtim de geldim

Böyle sorularda var mı alakan
Bir kere elime geçerse yakan
Yüceden engine çağlayıp akan
Tuna seli gibi coştum da geldim

..........

Ana doğumundan Kangal'dır yurdum
Ben nefsine hâkim olan bir ferdim
Senin gibi birkaç budala gördüm
Dünyanın dört çapın ölçtüm de geldim

Ne zekât topladım ne de fitire
Beyhude dalmayın yanlış fikire
El açıp durmuşum Hamdü şüküre
Hasmımın kefenin biçtim de geldim

Derdimend'im daim şahane gezdim
Nice muammalı manalar çözdüm
Ümmiyem velâkin kalbime yazdım
Lisanımdan gevher saçtım da geldim