Acısıyla, tatlısıyla kiminin gözlerinin önünden bir film şeridi gibi çocukluğu geçmez ki? Kim unutabilir, kendini sevindirenleri, ağlatanları? Onun için çocukları hep sevindiriniz, üzmeyiniz, ağlatmayınız. 

  Çocuklar, yarının insanı, yurt ve geleceğin güveni, ana ve babanın her şeyi, tek amaç ve varlığı, hayatımızın en güzel eseri, doğanın yaşayan anıtı, ümidimiz, onurumuz, büyüyen direncimiz, sevgimizin, sevdiğimizin bağı, aile ocağımızın tüten sevinci, meyvelerimiz, dallarımız, yapraklarımız her şeyimiz...

Günümüz şairlerinden Mehmet Göçer, zaman şeridinde çocukları baharlara konumlandırıyor:

“Çocukluğum bahardı şafaklar söküyordu

Gençliğim gün güneşlik gündüze benziyordu

Akşamlar sonbahardı. yapraklarım sarardı .

Geceye  kışa gider .bazı üzgün akşamlar

….”

 10 Temmuz 1992’de kaybettiğimiz Cevdet Kudret de çocukluk günlerini arıyor. Unutulmuş gitmiş olaylar, ansızın, umulmadık bir zamanda şimşek gibi çakıveriyor. En acı olaylar bile şimdi tatlı bir anı olarak depreşiyor. Çocukluk günlerin özlemi ile yanıp tutuşuyor:

“Ne oldu çocukluğum?

Köşelerinde nefes nefes koştuğum

Odalar?

Ortalarında tahta at koşturduğum

Geniş sofalar?

Sofalarda gizli yuvalarım, gizli yerlerim?

Hani benim kurşun askerlerim?

Bir oda içinde kurduğum şehir,

Geçtiğim nehir?

Hani benim hayallerim, emellerim,

Suya girince balık sandığım ellerim?

Bir leğende bir deniz gören ben,

Bir leğende Çin’e varan yelken?

Beni ufuklardan ufuklara götüren,

İçine binmeden bindiğim tren?.

.....”

Kaşgarlı Mahmut, “Tay, at olunca at dinlenir, çocuk adam olunca ata dinlenir” demiş.  Doğa, çocuğa adam olmadan önce çocuk olmayı buyurmuş. Onun için çocuğa verilecek en güzel şey zaman olsa gerek.  Çünkü çocukların öğütten çok iyi örneğe gereksinimleri var. Ne yazık ki çocukluk denilen filmin geri sarılıp yeniden oynatılma şansı yok.

Çocuklar, yoksulların en büyük servetidir, diye bir halk deyimi var. Ama en güzel benzetme, “Çocuk cennetin anahtarıdır. Hiçbir kilit ona dayanmaz” özdeyişindedir.

Erich Kösner “İnsan torun sahibi olduktan sonra çocuklarını anlamaya başlar” diyor. Gerçekten öyle. Yalnızca çocuklarını anlamakla, bir takım şeyleri niçin gerektiği gibi yaşayamadığına hayıflanmakla kalmıyor, daha çok çocukluk günlerinin nostaljisine dalıyor. Bugün benim gibi nostalji ikliminde uvunanlar mutlulukla burukluğu birlikte yaşıyorlar:

Eğitimci, ressam, bestekar, yazar ve şairlerden Muallâ Tetik’de yaşadığımız baharın ilk günlerinde, kimbilir nerede, hangi zamanda yumuyor gözlerini, çocukluk günlerinin gökyüzüne kanat açıyor:

“....Gökyüzünü özlüyorum çocukluğumun

Engin denizlerin bitiminde ufuklar,

Mor dağların gölgesinde kaybolmuş

Çatılarla kaplanmış gri bulutlar.

 

Gökyüzünü özlüyorum çocukluğumun,

Uçurtmaları yükseklerde öbek öbek;

Tertemiz duygularda coşan yürekler,

Günün birinde mutluluğa erecek.”

Büyük Atamız,  Kurtuluş yolunun aşamalarından olan, 19 Mayıs’ı “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak Türk gençliğine, 30 Ağustos’u, “Zafer Bayramı” olarak kahraman ordumuza, 29 Ekim’i “Cumhuriyet Bayramı” olarak Türk ulusuna ve 23 Nisan’ı da “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak  çocuklara armağan etmişti. Vehbi Cem Aşkun bu günü, çocukların diliyle şöyle anlatmıştı:

“Bağlıyız candan sana, / Ey büyük gün, baksana! / Bu aydınlık, bu güneş, / Senden doğru vatana. / Şu gözünle gördüğün, / Bu güzel ve şen düğün / Senindir hep senin ey, / Ey şerefli büyük gün. / Tarihlerde ünün var, / Bugün sana dünya dar, / Ey büyük ve şanlı gün, / Senindir bu şen düğün!...”

 Atatürk’ün silah arkadaşı ve İkinci Cumhurbaşkanımız olan İsmet İnönü’nün dediği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti çocukları, Atatürk çocukları, yüreklerinde güçlü, bileklerinde güçlü, anlayışlarında güçlü ve hep ileri giden bir güç kaynağı” olmuştur. Hep olacaktır.

Evet yarın 23 nisan, bayram yapmaz olur mu insan. Bizimle birlikte birçok devletin çocukları da bayram yapıyor.  “Çocuk Bayramı”nı var eden Yüce Atamız’ı tanıyorlar.