Atatürk’ün vefatının üzerinden 81 yıl geçti.

Bazı bilindik çevreler tarafından 81 yıldır bitmeyen bir kinle Atatürk düşmanlığı yapılıyor…

Geçmişte el altından, günümüzde ise açıktan yalan yanlış bilgiler ve olmadık iftiralarla Atatürk karalanmak isteniyor…

Altını ne kadar çamura batırsanız da değerini hiç kaybetmez…

Atatürk’e iftira atanlar sadece kendi çaresizliklerini açığa vurur… Gerisi boştur…

Ama asıl önemli husus şudur ki; Atatürk’ün bıraktığı Türkiye ile günümüz Türkiye’si arasında uçurum var…

Bu yılın ilk yarısında aylık geliri 852 TL’nin altına düşen 366 bin kişi daha desteğe muhtaç hale geldi.

Türkiye’de yıllık geliri 10 bin 670 lira, başka ifade ile aylık geliri 900 lira bile olmayan 16 milyon 888 bin kişi yaşıyor…

Bu oran Türkiye nüfusunun yüzde 21,2’sine denk geliyor. Yani her 5 kişiden 1’inin aylık geliri 900 lira bile değil…

Türkiye İstatistik Kurumu ve Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre, yeşil kartlı vatandaş sayısı 8 milyon 623 bin…

18 yaşından küçüklerin anne ve babalarına bağlı olarak sağlık hizmeti aldıkları düşünüldüğünde neredeyse 4 kişiden biri yeşil kartlı…

İstanbul’un göbeğinde Fatih’te 4 kardeşin, “parasızlık ve çaresizlik” yüzünden intihar ettiği söyleniyor…

Bir diğer dramatik haber ise son zamanlarda özellikle salçadan, zeytinyağı ve meyveye kadar gıda hırsızlığında çok büyük artış olduğu…

Bütün bunlar olurken sıradan belediye başkanları bile 2-3 trilyonluk makam arabalarına biniyor…

Birileri yoksul 10 ailenin gelirinden fazla değerde, yaklaşık 150 bin liralık çanta taşıyor…

Sadece başörtülerinin fiyatı asgari ücretin en az 3-4 katı…

Dört kişilik bir aile aylık 2 bin lira asgari ücretle ölmemek için direnirken…

Başka dört kişilik bir aile sadece bir yemek için 10 bin liradan fazla hesap ödüyor…

Başka birileri aynı anda 4-5 kamu kurumundan maaş alarak servetine servet katıyor…

Diyebilirsiniz ki parası olan harcıyor…

Kamuda yapılan israflara ne demeli?

Atatürk 81 yıl önce böyle bir Türkiye mi bıraktı…

Atatürk’e çamur atacağınıza…

Önce içinde debelendiğiniz bataklıktan kurtulun…

*****

Atatürk’ten diplomasi dersi

Benito Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da çıkan kaostan faydalanarak İtalya Kralı Victor Emmanuel’i ülke yönetimini kendisine devretmekle tehdit etti. İtalya’da baş gösteren komünist hareketinin önüne geçmek isteyen Kral, bu teklifi kabul etti ve İtalya’da Mussolini (Duce) dönemi başladı.

Tarih: 23 Temmuz 1935. Yer: Çankaya Köşkü…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kendisi ile görüşmek için kabul edilmeyi bekleyen İtalyan temsilciyi makamına davet etti.

Ceketinin önü açık, saygısız ve ukala bir tavırla içeri giren Mussolini'nin özel temsilcisi Atatürk'ün eliyle işaret ettiği koltuğa ayak ayak üstüne atarak oturur.

Atatürk, sefire tebessüm ederek; “Hoş geldiniz” dedi.

Bu sıcak karşılama İtalyan temsilcinin öz güvenini daha da artırmıştı. Oturduğu koltukta bacaklarını biraz daha ileri doğru uzatarak yüz hatlarında oluşan belli belirsiz sırıtma ile söze başladı.

- Mutlaka takip ediyorsunuzdur. Ducemiz (Mussolini’yi kastediyor) Avrupa ve Asya’da sınırların yeniden belirlenmesini arzu etmektedir. Silahlı kuvvetlerimiz Büyük Roma İmparatorluğunda olduğu gibi çok güçlü ve her tür düşmanımızla baş edecek durumdadır. Ducemizin arzusu Genç Türkiye Cumhuriyetini de kayıtsız ve şartsız bir şekilde yanında görmektir. Bu vesile ile Akdeniz ve özellikle de Antalya bölgesi konusunu gereksiz polemiklere girmeden yeniden müzakerelere açmak istiyoruz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İtalyan temsilciyi dinledikten sonra gülümseyerek:

- Elbette ki bunları konuşuruz, ama öncelikle size bir Türk kahvesi ikram etmek istiyorum.

İtalyan temsilci ukalalığını bir üst seviyeye taşıyarak laubali bir şekilde:

- Haa! Evet, evet… Türklerin kahvesinin güzel olduğunu söylerler…

Gazi, yaverini çağırdı, iki Türk kahvesi getirmesini rica etti. İtalyan temsilciye dönerek:

- Ben birkaç dakika için sizi yalnız bırakacağım. Kahvelerimiz gelinceye kadar dönerim ve taleplerinize vereceğim cevabı iletmeniz için size bildiririm…

Kahveler gelmişti. İtalyan temsilci Atatürk’ü beklemeye dahi gerek duymadan kahvesinden bir yudum içti. Fincanı tabağa koyarken kapı aralandı.

Aralanan kapıdan, üzerinde Mareşal üniforması, ayağında çizmeleri ve elinde kamçısıyla Gazi Mustafa Kemal Atatürk göründü…

Artık gülümsemiyordu.

Az önce izin isteyerek dışarı çıkan sivil kıyafetli, naif ve babacan tavırlı insan gitmiş onun yerine üniformasını ve ayağına çizmelerini giyinmiş, masmavi gözlerinden şimşekler çakan bir başkomutan odadan içeriye girmişti.

Mussolini'nin özel temsilcisinin gözlerinin içine bakarak, sert ve kararlı bir ses tonu ile sordu:

- Az önce nerede kalmıştık?

İtalyan temsilci toparlandı. Ayağa kalktı. Ceketinin önündeki düğmeleri alelacele bir şekilde ilikleyerek;

- Özür dilerim ekselansları. Beni galiba yanlış anladınız. Türkiye Cumhuriyeti her daim bizim dostumuz ve müttefikimizdir. Bu bağlamdaki ilişkilerimiz daha da artarak devam edecektir…

*****

TEBESSÜM

Büyük adam

Sene 1938, 10 Kasım...

İstanbul Üniversitesinde Atatürk’ün ölüm haberi duyulur... Hukuk Fakültesinde, bir Alman profesör var, o da duyar, şaşırır…

Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. Kalkar, rektörün yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:

- Efendim, kararsızım, acaba ne yapsam?

- Sizde büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.

Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

- Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki...

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dâhisi Türklere nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.

David Lloyd George (Birleşik Krallık Başbakanı)