Ülke gündemini Anayasa değişikliği referandumu üzerinden süren tartışmalara sıkıştırma konusunda sıkıntı yaşayan medyamız, geçtiğimiz haftayı iki kadınla geçirdi. Birisi, CHP'nin TBMM Başkanlık Divanı üyesi Elif Doğan Türkmen'in 2 milyon lirayı bulan "haberleşme" faturası. Diğeri de, II.Abdülhamid'in torunu Nilhan Osmanoğlu.
Milletin oylarıyla seçilen bir vekil, milletin milyonlarını hoyratça "haberleşme" giderlerine savurmakla suçlanıyor. Milletle hiç alakası olmayan Nilhan Osmanoğlu ise, milletten "miras" talep ediyor.
CHP'li milletvekilinin "fahiş" faturası, elbette haberdir ve dikkat çekicidir. 2 milyon liralık fatura anlaşılır gibi değil. Elbette Ahmet Hakan Coşkun sayesinde Elif Doğan Türkmen derdini anlattı ve "seçmenlerime mektup gönderdim" diyerek kabarık faturayı izah etmeye çalıştı ama yeterli mi? Hayır... "Haberleşme giderleri konusunda uyarılmadım" demesini ise anlamak mümkün değil. Tomar tomar mektup yazıyor, seçmenlere gönderiyorsunuz ama "Bunların giderleri hangi bütçeden karşılanıyor, kaç para yük getiriyor" diye hiç düşünmüyorsunuz.
Hele hele, attığınız taşın ürküttüğünüz kurbağaya değip değmediğini ise hiç sorgulamıyorsunuz. Büyük sorumsuzluk.
* * *
Gelelim CHP cephesinde olayın nasıl yankılandığına. "Yahu vekilim ne yaptınız?" demek yerine, "Diğer başkanlık divanı üyelerinin faturaları da açıklansın" tarzı oldu ilk çıkış. Sanki, diğer vekiller de 2 milyon liraya yakın haberleşme faturasına sahip olsa olay anlaşılır olacakmış gibi. Baktılar ki, oradan birşey tutturulamayacak, bu sefer "Belki ödemelerin bir bölümünü üstlenmeyi tercih eder Sayın Türkmen" gibi açıklamalar geldi.
Sonunda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Elif Doğan Türkmen'in Başkanlık Divanı'ndan istifasını istedi.
Harcamayla ilgili "yasal" bir sıkıntı yok, ama CHP'lilerin de hemfikir olduğu gibi "etik" bulunmadı bu kadar fatura. Yani ahlakî sıkıntı var. Siyasette o kadar gayrı ahlâki hadise görmeye alışmışız ki, Elif Doğan Türkmen'in faturası en az tepki gösterilenlerden oldu.
İşin "seçmen" ya da "partizan" cephesindeki boyutu ise tam anlamıyla umutsuz vaka. En ufak bir yolsuzluk şüphesini (haklı olarak) köpürte köpürte konuşanlar, sosyal medyada feryadı koparanlar, Elif Doğan Türkmen'in faturası sözkonusu olduğunda sus pus oldular.
"Körü körüne yandaşlık" işte böyle dut yemiş bülbüle çeviriyor insanı.
"Dürüstlük" insanın artı özelliği değil, boynunun borcudur. Evet, günümüzde dürüst olmak çok çileli, çok pahalı hatta lüks bir özelliktir ama "yüzsüzlükten" çok onurlu ve gurur vericidir.
Elif Doğan Türkmen, haberleşme faturasından tek kuruş menfaat temin etmemiş, dürüstlüğüne bir halel getirmemiştir belki, ama "kamu kaynaklarını" har vurup harman savuranlarla aynı çuvaldadır artık.
Lideri Kılıçdaroğlu'yla görüşüp olayı izah etme şansı bulamayan Elif Doğan Türkmen, Başkanlık Divanı üyeliğinden istifa etti ama, benim 10 yıllık kazancımı bile aşan faturayı hiç bir zaman bana izah edemeyecek.
* * *
Gelelim ikinci kadına. Sultan II.Abdülhamid'in torunu Nilhan Osmanoğlu'na.
Neymiş, Galatasaray Adası'nın mülkiyeti dedelerine aitmiş, tapusunun kendisine verilmesi gerekirmiş... Türkiye Cumhuriyeti ile miras davası görmeye kalkıyor hanımefendi. Kimse kamera önüne almasa, mikrofon tutmasa, ekranlara veya gazete sayfalarına taşımasa Nilhan Sultan kendi kendine konuşup duracak. Ama öyle değil. Seviyoruz biz ağıza sakız olacak "tip"leri.
Dönemi hâlâ tartışılan, 31 Mart vakasından tutun, Meclis-i Mebusan'la konuşulmaya devam edilen Sultan II.Abdülhamid'in gündeme geldiği konuya bakar mısınız?
Kimse de çıkıp "Git incik boncuk satmaya devam et kızım, iş eski defterleri karıştırmaya gelince altından çok şey çıkar" demedi Nilhan Sultan'a.
Bu görev, öncelikle yeni nesil Osmanlıcı entelektüellere düşüyordu ama sessiz kaldılar. II.Abdülhamid'in bilmem kaçıncı göbekten torunu olduğu için "ağzından çıkanı kulağın duysun" diyemediler maalesef.
Anadalu Ajansı da olmasaydı, neredeyse Galatasaray Adası elden gidiyormuş gibi bir vaveyla koparılacaktı bu "sessiz kalış" sayesinde.
Adanın tapu kayıtlarında ilk sahibinin Ermeni Mimarbaşı Serkiz Efendi'ye ait olduğunu, ölümünün ardından el konulan adanın 1948 yılında varisleri adına tescil edildiğini, Serkiz Efendi'nin varislerinin de Galatasaray Kulübü'ne sattığını Anadolu Ajansı sayesinde öğrendik de rahatladık.
Bu umudunu kaybeden Nilhan Osmanoğlu, yarın Topkapı Sarayı'nın mülkünü de istemeden ben kapıyı kapatayım:
"Biz Topkapı Sarayı'nı da, diğerlerinin de bedelini Anadolu'da verdiğimiz Kurtuluş Savaşı'nda kanımızla, canımızla ödedik. İstanbul'u da İngilizler'den teslim aldık, git incik boncuk satmaya, tuğra ticareti yapmaya devam et. Atalarının kemiklerini sızlatma..."