Rutin kontrol ve biten ilaçlarımı almak için Beykoz’dan yola çıktım. Üsküdar’a kadar gayet rahat bir şekilde geldim. Koltukları dolan İETT otobüsünde ayakta birkaç yolcu var sadece. Vapurla Eminönü’ne geçtiğimde dışarı çıktığıma pişman oldum. İskeleden çıktığım andan itibaren adeta iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık.

Trafik ışıklarının önünde yığılmış vatandaşlar omuz omuza, burun buruna bekleşiyor. Çoluk çocuk gezmeye çıkmış güneşi gören. Tramvay istasyonu da bu kalabalıktan nasibini almış. Eminönü’nden Bağcılar yönüne giden tramvaya üst üste binmek için bir yarış var. Halbuki hemen arkasından bir iki dakika sonra başka bir tramvay gelecek. Zamanı o kadar verimli kullanan bir milletmişiz gibi 2 dakika beklemek yerine, üst üste binmeye çalışıyorlar  tramvaya. Bırakın güvenli mesafeyi, bir yerden tutunmanız bile gereksiz. Çünkü düşme ihtimaliniz yok.

Şaşırıyorum elbette.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, daha bir gün önce açıklamış ve uyarmış İstanbul’u. “Türkiye’deki vaka sayılarının yüzde 40’ı İstanbul’da” demiş ve adeta yalvarırcasına vatandaşlara seslenmiş.

Ama kimin umurunda.

Adeta “toplu intihar” için yarışıyor millet. Aksaray, Beyazıt, Eminönü’nde insan seli akıyor adeta.

Fındıkzade’deki ünlü Cuma pazarına bakıyorum. Alışverişi bayram arifesine bırakmışlar gibi doluşmuş insanlar pazara. Covid-19 bayram yapıyor adeta….

“Acaba diğer ilçelerde durum nasıl” diye merak ediyorum. Şehrin Covid-19 haritasında kırmızıya boyanmış ilçelerinden tanıdıklarımı arıyorum. Hepsinden aynı cevabı alıyorum.

Özetle “Milletin umurunda değil. Hastalık yokmuş gibi sokaklarda, caddelerde, yeme içme mekanlarında hayat devam ediyor” diyorlar.

Kahvehanelerde oyun yasak. Ama çay için sohbet etmek için orada buluşanlar burun buruna oturmuş, laf yarıştırıyor. Maskeler çenede, kahkahalar, hararetli konuşmalar…

“Ne sakıncası var” diyen olur mu hâlâ bilmiyorum. Çünkü, virüsün konuşurken ağızdan çıkan partiküllerle yayılması en yaygın bulaş şekli.

CEHALETLE ALAKASI YOK

Vak’a sayısının en fazla olduğu ilçeler, aynı zamanda nüfusun dar bir alanda yaşadığı, hızla yapılaşmış yerler.

“Milletimiz cahil” diyenler çıkabilir. Hiç alâkası yok.

Son haftalarda testi pozitif çıkan Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç’tan tutun da, ekranlarda boy gösteren ünlü gazetecilere, siyasetçilere, belediye başkanlarına büyük haksızlık olur bu.

Kılı kırk yaran, katılacağı etkinlikleri iyi seçen insanlardan söz ediyoruz.

Manzarayı eğitim-cehalet üzerinden anlamamız da mümkün değil, izah etmemiz de… “Bilinçsizlik” diyorsanız, buna itirazım olmaz.

Çünkü, konuştuğum vatandaşların çoğu durumun ciddiyetinin farkında değil. “Bakan uyardı, İstanbul alarm veriyor” diyorum. “Yok öyle şey” diyenler çoğunlukta. Biraz daha sohbet edince “Ben haber izlemiyorum” cevabını alıyorum.

İletişim organlarının, medyanın içinde bulunduğu durumu da yansıtıyor bu tavır. Vatandaş, dizisini, takip ettiği yarışma programını kaçırmıyor. Ama haberlerden “bihaber” yaşıyor. “Hep aynı şeyler, neden izleyeyim ki” diyenlere “Haklısın” demekten başka bir şey gelmiyor elimden.

İstanbul acil müdahale bekliyor.

Ülkeyi yönetenler, “sokağa çıkma yasağı” gibi radikal uygulamaları devreye sokmak istemiyor belli ki. Ekonominin içinde bulunduğu şartlar, bunu dayatıyor olabilir bize.

Ama vak’a sayısındaki artış hızı, virüsün bulaştığı insan sayısı o kadar ürkütücü ki; yine eve hapsolmaktan başka yol gözükmüyor.

Neticede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cuma namazı çıkışı vatandaşları tekrar uyardı ve “Bilim Kurulu'nda yapılan çalışmalar neticesinde ne gibi öneriler çıkacak, ne gibi adımlar atacağız belirleyeceğiz. Yeterli değil” ifadelerini kullandı.

KAPATALIM KEPENKLERİ

İşe gidiş geliş saatlerinde metro, tramvay ve İETT otobüsleri her gün tıklım tıklım yol alırken, virüs nasıl olduğu yerde saysın. Denk gelirse yazılan cezalara rağmen ayakta yolcu almaya devam eden minibüsler de adeta gönüllü virüs yayma hizmeti veriyor.

İstanbul kepenk indirmeye doğru gidiyor. Başta AVM’ler, yeme içme mekanları olmak üzere insanların buluşma alanlarında ciddi kısıtlamalara gidilmeli.

Çare olur mu peki?

En azından bulaş hızı düşer, virüsü taşıyanlar evinin dışına taşımaz. Testi pozitif çıktığı halde aşure yapıp komşularına dağıtan teyzeler, “Virüs falan yok, Türkiye’ye komplo için çıkan bir söylenti bu” diyenler, filyasyon ekibinin takibinde olan ve kendisini arayan sağlık görevlisine “Metrodayım, ne olmuş” cevabını verenler hariç tabii. Onlar için de ciddi yaptırımlar gerekiyor.

Takip, testi pozitif çıkıp evinde karantinaya alınanların sıkı denetimi ile mümkün. Emniyetin yanında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin kadrosunda bulunan zabıtalara da görev verilmeli bu konuda. Hatta, karantina altında kalması gerekenler görevlilere zimmetlenmeli. Evinden çıkanlara caydırıcı cezalar verecek yasal düzenlemeler yapılmalı.

Şehrin fabrikalarında, atölyelerindeki tüm çalışanların tamamı, yaşına veya belirti gösterip göstermediğine bakılmaksızın aynı gün teste sokulmalı.

Hepsinden önemlisi; haberleri izlemeyen, gazete okumayan, interneti sadece “eğlence” için kullanan vatandaşlara işin ciddiyetini anlatacak yollar bulunmalı.