Bir ata sözümüz var: “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı.” Talkın kelimesi yerine telkin de diyebilirsiniz. Çevrenizde vardır. Herkese öğüt verir, ama öğütlerini kendinde uygulamaz kişiler. Örneğin dışarıya karşı cömert ve eli açık görünür ve böyle olunmasını öğütler. Gel gör ki, aslı öyle değildir. İyi şeyleri kendine saklar, değersiz ve önemsiz şeylerle göz boyar. İki yüzlü, riyakâr, çıkarcı bir kimsedir.

Bu ayın ilk haftasında üç gün ahilikten ve ahlak söylemlerinden söz ettim. Bunlar meslekler adına güzel sözlerdi. Ama, bir gazeteci olarak meslektaşlarımızın bütünü telkinlerine sadık kimseler mi, diye sorsanız, sanırım göğsümü gere gere “Ona ne şüphe” diyemem.

Yazdıklarımdan aklımda kalanı kadarıyla, Ahîlik kurumu meslek ahlâkı, doğruluk ve bağlılığa dayanırdı. "Hizmette mükemmellik", Ahiliğin varlık nedeniydi. Bektaşilikte olduğu gibi bilgi edinme, sabır, ruhun arındırılması, sadakat, dostluk, hoşgörü gibi özelliklerin kazandırıldığı aşamalardan geçirilirdi. Ahilerin hepsi birbirinin kardeşiydi. Kaynağını üyelerinin eşitliği ilkesinden alıyordu. Bununla birlikte, aşama aşama küçükten büyüğe doğru saygı vardı.

Zaman zaman bazı sözcükler öne çıkıyor. Günümüzde “etik” deniliyor. Etik, en yalın tanımıyla töre biliminin adı. Yunanca “ethos” yani "töre" sözcüğünden türemiş. Felsefenin dört ana dalından biri. Etik, yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla, ahlâk kavramının doğasını anlamayla ilgili bir kavram. Türkçe ahlâk bilimi, ya da kısaca ahlâk olarak anılıyor.

Mesleki etik, mesleki faaliyetin sürdürülmesi aşamasında ahlâki ve mesleki ilkelere göre hareket etme disiplini olarak kabul edilebilir. Herhangi bir mesleğin yapılmasında, meslek elemanları mesleki etiğe ne kadar bağlı kalırlarsa o meslek toplum indinde o kadar saygı ve güven kazanır.

Meslek etiği ve mesleğin kendini denetlemesi kavramları içinde basın mesleğinin yeri neresidir?

Basının kendini denetleme sistemleri genel olarak; “Devlet otoritesinin basına müdahalede bulunmasını önlemek ve kamuoyu karşısında saygınlığı olan bir basın yaratma” düşüncesinden kaynaklanıyor.

Meslek onuruna saygıyı sağlamak sorumluluğu, hükümetlere değil; basın ve enformasyon alanında çalışanlara düşmekte. Nitekim ilk başarılı örnek, 1916 yılında İsveç’te uygulanmaya başlanan bu sistem olmuş. Bunu 1953’te İngiliz Basın Konseyi izlemiş. 1956’da Federal Almanya’da, 1961’de Avusturya’da, 1962’de İsrail’de, 1964’te Güney Kore’de, 1965’te Hindistan’da ve 1968’de Gana’da basın konseyleri kurulmuş.

Bütün bu kuruluşlar basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını önlemek için siyasal iktidarların basına karışmalarına fırsat vermemek amacını gütmeleri.

Basın mesleğiyle ilgili hemen her kurum veya kuruluş kendilerine özgü yayın ve etik ilkeler koymuş.

Meslek etiğine ilişkin dış oluşumları gazetecilik mesleğinin başlangıcı olarak kabul edilen, 1631 yılından (Fransa La Gazete kurucusu Teophraste Renoudot’un ilkeleri) başlatmak gerekir. 300 yıllık bir gecikmeyle 1923 Amerikan Gazete Editörleri Cemiyetinin, 1929 Pan Amerikan Basın Konferansının, 1936 Uluslararası Basın Derneklerinin kabul ettiği metinlerden söz edebiliriz. Anılan metninin üçüncü maddesi şöyle:

“Basın ve enformasyon hizmetinde çalışanlar, ancak meslek ahlâkı ve bütünlüğü ile bağdaşan görevleri kabul edebilirler.

Haber ve yorumları kamuoyuna açıklayanlar, önceden sorumluluğu kesinlikle reddetmedikçe, bütün sorumlulukları taşırlar.

Kişiliklerine saldırılanlar, cevap hakkı için bütün kolaylıklardan yararlandırılırlar.

İnsanların onurlarına saygı gösterilir. Bu konularda ancak genel yarar gerektiriyorsa eleştiri yapılabilir.

Haber kaynaklarına karşı gizlilik esastır. Güvenilir kaynaklardan alınan bilgiler meslek sırrına girer. Meslek sırrını koruma hakkı yasaların izin verdiği en ileri noktaya kadar savunulur.”

Evet seksen yıl sonra, nedeyiz, neden nereye geldik?