İnsanları yakından tanıyan, darlıkta, varlıkta yanından ayrılmayan tek hayvanın at olduğunu söyleriz. Sivas yöresinde: "sahibini tanımayan attan, ata sözü dinlemeyen evlattan, babası evine çok gidip gelen avrattan  hayır gelmez," derler.

Ozanlarımız, kıratın, yağız atın, doru atın, al atın, kula atın niteliklerine, becerilerine, görünüşlerine övgüler, güzellemeler, koçaklamalar düzmüşler. Geyiklere ilişkin kıssadan hisse çıkaracağımız efsaneler anlatmışlar, kara koyunlara, mor koyunlara ilişkin türküler yakmışlar. Çok da iyi etmişler. Yayla, yayla, oba oba, köy köy, kasaba kasaba hayatını sürdüren halkımızın dilinin, gözünün, gönlünün aynası olan halk ozanlarımızın uçan,  kaçan cümle evcil yaratılana, yaratandan dolayı hoş bakmasından doğal ne olabilir?

Bu hayvanlar içinde öyle biri var ki, atalarımızın boğazından geçen her lokmada onların payı var.  Çok değil elli yıl öncesine kadar köylümüzün gücünde göçünde onların katkısı vardı. Gücüyle, etiyle, gönüyle insanlığın hizmetindeydi. Gün gelip yalvar yakar olduğumuz, gün gelip boğaz tokluğuna türlü işimize koştuğumuz, aptallığı ve alayları yakıştırdığımız öküzlerden söz edeceğim. Geçmişten bu günü halk ozanlarımızın dilinde, inanışlarımızda, söylencelerimizde,  fıkralarımızda, gelenek ve göreneklerimizde yer alan öküzleri anlatacağım.

İki dörtlüğünü aktardığım bu şiir Pir Sultan'ın mı, başkasının mı tartışılsa da yüzyıllarca önce bir gerçeği dile getirmiş. Tarımla uğraşan insanların en büyük yardımcısı, çiftini süren, kağnısını çeken öküz üzerine en güzel şiirlerden beri:

Dağdan kütür kütür hezen indirir
İndirir de ataşlara yandırır
Her evin devliğin öküz döndürür
İreçberler hoşça tutun öküzü

Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altını kuruluk sepin
Koşumdan koşuma gözünden öpün
İreçberler hoşça tutun öküzü

Pîr Sultan'm der ki kaynar coşunca
Tekne hamur kalmaz ekmek pişince
Adem at (a) öküzün çifte koşunca
İreçberler hoşça tutun öküzü

Pir Sultan, öküze karşı vefa duygusunu anlatmanın dışında, tarım eğitmeni işlevini de görüyor. Bir başka deyişinde, tasavvuf dünyası içerisinde "sarı öküz"ün yerine işaret ediyor: Önce deyişini okuyalım:

"Sar'öküzü benden sual sorarlar
Ben bilemem bilenlere sorayım
Şu dünyayı uçtan uca ararlar
Ben bilemem bilenlere sorayım

Dünyayı üstüne kurdu hû deyü
Öküzün başının altı su deyü
Şu dünyanın damızlığı ne deyü
Ben bilemem bilenlere sorayım

Hindistan'a indi öküzün dili
Kabe'yi sırtında getürür beli
Evveli Muhammet âhiri Ali
Ben bilemem bilenlere sorayım

.................

Gün doğunca boynuzuna nur düşer
Bir yandan doğar da bir yandan aşar
Çiftçisi kim imiş çifte kim koşar
Ben bilemem bilenlere sorayım

Pîr Sultan Abdal'ım yazmış göndermiş
Yedi yerden suyun vermiş kandırmış
Yönünü de Hakk'tan yana döndermiş
Ben bilemem bilenlere sorayım

Halk şiirimizde "Dedim-Dedi" türü şiirlerin geçmişi Kaşgarlı Mahmut'un Divanü Lügati't- Türk adlı eserine kadar gitmekte. "Dedim-dedi" biçimi, burada "aydum" ve "aydı" sözcükleriyle başlayan iki dörtlük halindeydi.   "Dedim-dedi" biçimindeki söyleyiş yaygın olarak koşma ve semaîlerdeki âşık ve sevgilinin dedim-dedi anlatımına bağlı karşılıklı söyleşmelerdi. Divan edebiyatında kullanılan şekliyle "Mürâca'a" adı verilen bu tür, zamanla geleneğin bir parçası olmuştu. Yunus'da "Sordum sarı çiçeğe" örneğini gördüğümüz gibi Pir Sultan'da dedim, dedi tarzı soru cevap şeklini almıştır ki, öküzle ilgili şu örneği gösterebiliriz:

-Gitme giden gitme sual sorayım
Ya ne bu dünyanın üstünde durur

-Vallahi billâhi ben onu gördüm
Dünya Sarı Öküz'ün üstünde durur

-Gitme giden gitme bir dahi soram
Ya bu öküz neyin üstünde durur

-Vallâhi billâhi ben onu gördüm
Öküz de bir salın üstünde durur

-Gitme giden gitme bir dahi soram
Ya bu sal da neyin üstünde durur

-Vallâhi billâhi ben onu gördüm
Sal da bir balığın üstünde durur

-Gitme giden gitme bir dahi soram
Ya bu balık neyin üstünde durur

-Vallâhi billâhi ben onu gördüm
Balık da deryanın üstünde durur

.......

Her iki şiirde işlenen tema, birbiri ile uyum gösteriyor. Temel anlatı, dünyanın öküzün boynuzunun üzerinde durduğu düşüncesi ki, bu düşünceyi günümüzün batıl inanışlarına, öküzün bir sinekten ürkmesiyle boynuzunu sallayıp depremlerin olmasına getirebiliriz. Tasavvuf dünyasındaki bu düşüncenin aslını yarın yazayım.