Eskiden "hem ziyaret hem ticaret" derlerdi. Ticaretle bir ilişkimiz yok. Ama bilgi alışverişi diyebiliriz. Yaz aylarını Akçay-Altınoluk arasında Kazdağlarının eteğinde geçiriyorum. Götüren bulursam köylere gidiyorum, laflıyorum.

Geçen yıllarda, Kazdağı Yörüklerine ve Tahtacı Türkmenlerine ilişkin efsanelerden, bu yörenin edebiyatımızdaki yerinden ve yörenin yetiştirdiği ünlü kişilerden söz etmiştim. Amacım Kazdağı Türkmenlerinin folkloruna ilişkin bir kitap hazırlamaktı. Hazırladım da. Ama yayınlamak nasip olmadı. Dosyasını kaldırıp bir tarafa attık. Kitap içeriği içinde elbette türkülerimiz de vardı. Üç beş gün hiçbir yerde yayınlanmamış Kazdağı türkülerinden ve hikayelerinden söz edeceğim. Bu ilk yazım genel bir değerlendirmeyi de içeriyor.

Tahtacı Türkmenlerini oluşturan bir çok oymak var. Ancak çoğunluğunu "Ağaçeri Türkmenleri" oluşturur. Bu topluluk, Oğuzların Üç-ok kolunun Günhanoğulları boyundan Çepni Türkmenleridir. Kökenleri Horasan'a dayanır. Bazı belgelere göre, Horasan, Bağdat, Musul, Mardin, Maraş üzerinden Adana çevresine ve Toroslara gelmişler.

Kazdağı Tahtacı Türkmenlerinin, Toroslarda yaşıyorlarken, Fatih Sultan Mehmet'e gemi kerestesi biçmek üzere İda Dağına (Kazdağı) davet edilen Ağaçerilerinin torunları olduğuna ilişkin söylence en kuvvetlisi.

Türkülerimiz, Türkmen gelenek ve göreneklerinin bir anlatım biçimi. "Türkü" sözcüğünün, "Türk" kelimesine "î" ilgi ekinin getirilmesiyle, "Türke özgü" anlamında ortaya çıktığı, daha sonra da halk ağzında "Türkü" şekline geldiği sanılıyor.

Edremit odaklı Kazdağı türküleri içinde yakıcısı bilinenler var. Ama, asıl nitelikleri anonim oluşları. Zaman içinde sahipleri unutulmuş, derin geçmişi, söylencelerde kalan öyküleriyle gelenekte yerlerini almışlar. Kulaktan kulağa aktarılarak yaşamını sürdürenler, sürdüremeyenler olmuş. Kimileri, Tahtakuşlar Köyü Özel Etnografya Müzesi'nin kurucusu Alibey Kudar gibi bir gönüllünün koruması altına girmiş. Yazıya, notaya aktarılmışlar.

Teknik açıdan dokuz zamanlı usûl'ün değişik aşamaları kullanılmış. Orta tempolu zeybek musikisi diyebiliriz. Genellikle bir oktav içinde seyir ediyorlar. Makamsal olarak; Hüseyni, Karcığar, Nikriz, Hicaz, Eviç'ten söz edebiliriz.

Her biri halkın iç dünyasını yaşatan, beşikten mezara kadar bütün yaşayışını içine alan gösterişsiz, iddiasız alçak gönüllü ürünler. Kazdağı türkülerinde ve türkülere vücut veren manzumelerde değişmez bir ölçü ve şekil bulunmuyor.

Bentlerdeki dizelerin hece ve dize  sayıları, kavuştakların hece ve dize sayıların açısından standart bir yapısı  yok.

İnanç dünyasına ilişkin olarak cem türü ayinlerin bir parçası ve semahları ayrı tutarsak, içlerinde sevda türkülerinden gurbet türkülerine, ninnilerden ölüm türkülerine kadar geniş bir alanda duygu yoğunluklu lirik türküler var. Ancak dikkatimizi bir olayı anlatan türküler çekiyor. Yunan işgali, kurtuluş savaşı, eşkıyalar, çeteler, efeler bunlara ilişkin toplumda iz bırakmış olayların öyküsünün türkü biçimiyle anlatımları bulunuyor.

Bütün türkülerde olduğu gibi bu yörenin türküleri de ilk yakanın söylediği gibi kalmamış. Yayıldığı zamanın, mekanın ve yayan insanların sosyal ve toplumsal durum ve değişimleriyle birlikte; onlar da değişmiş, her nakleden türkünün öyküsüne, sözlerine kendinden bir şeyler katmış, unuttuğu dizelerin yerine dize üretmiş, daha mı sıkıştı bir maninin sözlerini türkünün ezgisine uydurmuş.  Böylece türkülerin varyantları oluşmuş. Bildiğiniz bir türküye bir başka yerde farklı sözlerle karşılaşmazınızın nedeni budur.

Gelecek Yazımda "Akdede Çeşmesi" türküsünün öyküsünü anlatacağım.