1920'lı yıllarda Rusya'da yaygın olan Fütürist şiir akımının etkisiyle yazan Nazım'ın şiirinde "Makinalar"ın "trrrum tiki tak" sesini duyarsınız. Mayakovski'den etkilenen Nazım, bu yolda bir dil yaratmaya çalışmıştır. 

Bekir Sıtkı Erdoğan'ın şiirinde tren ve rayların sesini duyumsarsınız. Bir farkla ki, sıla, gurbet ve özlem sarmalında insanî duygular da vardır: 

Gurbet ve sıla duyguları olmasa türküler mi yakılır türküler üzerine? Bülbüller dert mi katar derdin üzerine. Gelinin gönlü mü yıkılır, yiğidin beli mi bükülür. Anaların var ömrü yok olur mu? Babalar gözyaşlarını içine akıtır mı? Bir anlamı mı olur

kaval sesinin. Kara trenin uzun uzun çınlayan sesiyle, tekerlerinin raylardaki tık takları özlemli yürekleri sızım sızım sızlatır mı?

Hasret dolu bir kampana son darbeyi vurdu! 
Bir yolcu bu istasyonu seyretti katardan, 
Ben miydim o ta yerlere sarkan, ne olurdu, 
Kopsaydım o gün keşke bütün hatıralardan!..

Ey belde, hayâlimde ne kaldıysa helâl et, 
Senden ne han ister yolum artık ne de hancı! 
Bir iğreti kimlikle sürükler beni gurbet; 
Her gölge uzak ruhuma, her çehre yabancı! 

Yok çâre, çözülmüş bu gönül her hevesinden, 
Mahşer mi toparlar bizi bilmem yarın artık? 
Ömrüm saçılıp gitti vagon penceresinden; 
Yıllar yılı tık tık ... tıkı tık tık ... tıkı tık tık ...

Efendim, benden sonra konuşacak değerli arkadaşlarımın süresini çalmayayım. Bizim gençliğimizde facebooklar, twitterler yoktu. Her birimizin şiir defterleri vardı. Özenle tutar, gözümüz gibi saklardık. Çünkü oradaki şiirler duygularımızın sırdaşıydı. O defterlerde Bekir Sıtkı Erdoğan imzasını taşıyan "Hancı",  "Marya", "Kışlada bahar" gibi şiirler olmazsa olmazdı.

Tozpembe yıllarının duygusallığı içinde Bekir Sıtkı Erdoğan'ın şiirleri genç insan gönüllerini aşk ürperişlerine sürükledi.  Sanırım sürüklemeyi sürdürüyor.

Hasbelkader ben Bekir Sıtkı Erdoğan'ın akranları, arkadaşları ve hemşerileri olan şairlerle uzun süre ve çok yakın oldum. Bunların büyük bölümü bu gün hayatta değiller. Onların hatıralarına saygı duyuyorum. Her birini rahmetle anıyorum. Ama o yıllar pek çoğunda Bekir Sıtkı Erdoğan'ı kıskandıkları intibaı edinirdim. Onun halka mal olması, şiirlerinin bestelenmesi ve yediden yetmişe herkesin dillerinden düşmemesi bazılarını burardı. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Bekir Sıtkı Erdoğan'a ilişkin şiir tahlilini sanırım onların etkisiyle yaptı. Prof. Dr. Kaplan'ın "Binbir Gece" şiiriyle ilgili yazdıklarının dışında ki diğer tespitlerini isabetli bulmadım. 

Her insanda az veya çok kıskançlık duygusu vardır. Karşısındakini ya sevgiden dolayı, ya da \"sende var bende niçin yok\" diye kıskanır. Türk Dil Kurumu, kıskançlık kelimesini şöyle açıklamıştır.\"Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum\"

Kıskançlık; karşınızdakine zarar vermezse elbette güzel bir şey, kıskançlığın olduğu yerde sevgi vardır, diyerek onları bir kez daha rahmetle anıp sevgili hocamız Bekir Sıtkı Erdoğan'ın "Kışlada Bahar" şiiriyle yazımı bitireyim: 
Kara gözlüm, efkârlanma gül gayrı!

İbibikler, öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki: 'Gel Gayrı!'
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.

Ah çekerim resmine her bakışta!
Bir mahzunluk var o boyun büküşte.
Emin ol ki, her sigara yakışta,
Sanki, duman tüter tütmez ordayım...

Mor dağlara, karargâhlar kurulur;
Eteğinde bölük bölük durulur...
On dakika istirahat verilir;
Tüfekleri çatar çatmaz ordayım!..

Dağlar taşlar bu hasretlik derdinde;
Sabır, sebat etmez gönül yurdunda!
Akşam olur, tepelerin ardında,
Daha güneş batar batmaz ordayım...

Aramıza dağlar girmiş koskoca!
Meraklanma, gönlüm dağlardan yüce...
Bir gün değil, beş gün değil, her gece,
Yatağıma yatar yatmaz ordayım...

Bahar geldi; koyun, kuzu koklaştı,
İki aşık, senelerdir bekleşti...
Kara gözlüm, düğün dernek yaklaştı;
Vatan borcu biter bitmez ordayım!..