Çocukluk günlerinizden anımsayacağınız bir bisküvi reklamı vardı. Onu adapte etsem, her halde şöyle demem gerekirdi?

Bir bilmecem var çocuklar! / Haydi sor! Sor! / Derste, kitaplıkta okunur! / Acaba nedir, nedir? / Kitap denince akla.. //  Tamam, şimdi buldum! / Her an onun adı gelir! / İstanbul, İstanbul, İstanbul…

Bilmeceyi bir başka biçimde sorsaydım, şıp diye bilecektiniz?

“O yazlar ki, ikisisin adında Cemal, ikisinin soyadında da ay var.
Bilemediniz mi?

O zaman yalancı güreşçiler iki ellerimi birbirine vura vura iki perdah daha çekeyim:

Ulu önder Mustafa Kemal, 30 Ağustos zaferinden önce, Birinci Meclis’te şu iki dize okumuştu:

“Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hattâ

Çekmez kürenin sırtı o tâbût-ı cesîmi.!”

Bir beyit vardır ki, duvarlarımızda asılı, bayrağımızın altında yüreğimizin abidesidir:

“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Bu dizelerin altında, kime ait olduğunu belirten bir ibareye rastlamazsınız. Artık onlar millete mal olmuştur. Ama çok azında Mithat Cemal Kuntay imzasını görürsünüz.

Günümüzün çoğu aydınları dahi, Cemal Kutay ile Mithat Cemal Kuntay’ı karıştırırlar. Mithat Cemal, 1885 yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğretimini Aksaray’da Mekteb-i Osmanî’de yaptı. Bir süre St Joseph okulunda okudu. Vefa Lisesi’ni bitirdi. Daha sonra Hukuk Fakültesi’ne girdi. (Mekteb-ı Hukuk) 1908’de doktora sınavı verdi.

O zamanki adıyla, Adliye Nezareti Hususi Kalemine kâtip olarak çalışmaya başladı. Müdürlük makamına kadar yükseldi. Birinci Hukuk mahkemesi üyeliğine seçildi. Daha sonra Beyoğlu Dördüncü Noteri oldu. Bu görevdeyken 1956 yılının 30 Mart’ında öldü. Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü.

Mithat Cemal Kuntay, “Kahramanlık, yurtseverlik, tarihe bağlılık” gibi duyguları dile getiren şiirleriyle tanındı. İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra (1908) yayımlanan eserleriyle dikkati çekmişti. Mehmet Akif’le birlikte kaleme aldığı “Acem Şahına” şiiri ile ününü artırmıştı.

“Yiğitlik namına yemin ederim ki

Baştan başa bütün dünya mülkü,

Yere bir damla kan dökülmesine değmez…”

 Cumhuriyetin ilânından sonra, bir ara 1927 yılından itibaren, Güneş dergisinde yazdı. Son şiirleri Çınaraltı dergisinde çıkmıştı. Tan ve Son Posta gazetesinde fıkra ve makaleler yayınlanmaktaydı.

Tek şiir kitabı, “Türkün Şehnamesi” adıyla 1945’de yayınlanmıştı. İçerisinde seksen bir şiiri bulunuyordu. Bu kitap ikinci kez, elli iki şiir seçilerek, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş’ın bir tanıtma yazısı ve bibliyografyasıyla 1971 yılında tekrar basıldı.

Mithat Cemal Kuntay’ın bir asra yakın bir zaman önce belirttiği gerçek ne yazık ki, günümüzde de geçerli.

Mehmet Akif’in en yakın dostları arasında Mithat Cemal Kuntay vardı. Çoğu zaman, Cenap Şahabettin, Şair-i Azam Abdülhak Hamid Tarhan, şair Süleyman Nazif, Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif ve Sami Paşazade Sezai bir araya gelir edebiyat sohbetleri yaparlardı.

Yazımın başında soruya yanıt olarak üç defa İstanbul kelimesini tekrarlamıştım. “Üç İstanbul”a telmih etmeyi amaçlamıştım. Türk romanının yüz aklarından birisi hiç kuşku yok ki “Üç İstanbul”dur. Sanırım 1984 yılında dizi olarak televizyonda yayınlanmıştı. Otuz bir yıl önce ekranın karşısında adeta bizi çivileyen bir diziydi. Türk romanında olduğu kadar, bugüne kadar çekilmiş diziler arasında da bir yüz akıydı.

Mithat Cemal’in şiir kitabı “Türk’ün Şehnamesinden” 1945 yılında yayınlanmıştı. Nefaisi Edebiye adlı antolojisinin yayın tarihi 1918. Oyunlarından Kemal 1912, Yirmi Sekiz Kanun-ı Evvel ise 1913’de yayınlandı.

Üç İstanbul, 1938, biyografi kitaplarından Mehmet Akif 1939, İstiklal Şairi Mehmet Akif adıyla 1944, Namık Kemal (2 cilt) 1956 Sarıklı İhtilalci Ali Süavi 1946 yılında basılmıştı. Tevfik Fikret’e ait çalışması basılmadı.