Sivas’a üzüntülü bakışlarımız, sitem dolu gönül yansımalarımız oluyor. Ama, bu sevgili yurdumuzun kadim köşesinin bağrını çok, ama çok güzel vefa duyguları da kaplıyor. Mutluluktan yüreğinizin yağları eriyor. İşte bu, diyorsunuz. Böyle olmalı, böyle olmalıydı.

Sivas folkloru denilince ilk akla gelenlerden biri kuşkusuz Müjgan Üçer gelir. Yıllar yılı, araştırmalarını, derlemelerini okur, onlardan yararlanırız. Müjgan Üçer, bizlerin geçmişimizin, günümüzün, geleceğimizin gözü, kulağı, projektörü oldu.

Sivas Valiliği, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, “Müjgan Üçer Sempozyumu” düzenledi. Dün yapılan sempozyumun dört oturumunda tasnif edilmiş konularda konuk bilim adamları ve araştırmacılar, Müjgan Üçer’in çeşitli yönlerini anlattılar.  Düzenleme Kurulu aylar önce beni de davet etmişti. Ama eşim ve benim sağlık durumumuz hem daüssıla, hem  vefa, hasılı bir taşla iki kuş vurmaya koşullarımız el vermedi.

İki gün yazacağım yazıları, Müjgan Üçer’den birer alıntı, bir günde de  kitaplarından birini tekrar tanıtmaya ayıracağım.

Türklerde doğum şekilleri, ebelik folkloru başlı başına bir kaç yazı konusu yapılabilecek zenginliktedir. Doğumunun geç ve güç olması halinde başvurulacak birçok yöntemi tespit edebiliyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, Erzurum, Samsun, Balıkesir, Eskişehir, Tokat, Çorum, Maraş, Sinop, Mersin, Sivas ve İstanbul'da "Fadime ana eli otu" suya konulmakta, yumak şeklini andıran bu bitki suyu emince adeta bir elin parmakları gibi açılmakta. Bunun suyu da zor doğum yapan kadına içirilmekte. Bu bitki ülkemizin bazı yerlerinde Hava Ana Eli, Meryem Ana Eli, Meryem Çiçeği, Hatice ana eli gibi adlarla da anılmakta.

Doğum sonrasında karşılaştığımız uygulamalar da türlü gelenek, görenek ve inançlarımızı yansıtmakta. Çocuktan sonra gelen eşin, kimi yere göre sonun, kimi yere göre de etenin yok edilmesinden göbek bağının saklanmasına, loğusalık dönemi rahatsızlıklarından bebeğin kundaklanmasına kadar pek çok inanış ve gelenek hala Anadolu’muzda yaşamakta, gelişen tıbbın yanında Folklor tıbbı da bir moral unsuru olarak uygulanmakta.

Loğusalık döneminde, özellikle doğumdan sonraki kırk gün içerisinde annenin de çocuğun da çeşitli etkilerden korunması gerekir ki, alınan ilk tedbir göze, yani nazara karşı alınmakta. İlk iş bir nazarlık ve "Maşallah" takmak olmakta… Albastıya karşı yurdumuzun her yerinde düşünülen ilk 'tedbir, al rengidir.

Ad koymanın da folklorumuz açısından önemi vardır. Adın tespiti kadar, konuş şeklinde de geleneklerimize uyulmaktadır.

Ad seçimine, doğumun yeri, zamanı, adağı, ailede daha önce doğan çocukların cinsiyeti, yaşayıp yaşamadıkları gibi unsurlar etkili olmakta.

Araştırmacı Müjgan Üçer'in Sivas’ta derlediği yalnızca gülden yapılmış çocuk adlan halkımızın hayal gücünün zenginliğini göstermesi açısından ilginçtir. İşte bunlardan bazıları:

Ağgül, Asigül, Aygül, Ayşegül, Badegül, Bağdagül, Bahtıgül, Başgül, Betgül, Birgül, Destegül, Esengül, Ergül, Gelengül, Goncagül, Gül, Güliz, Gülriz, Gülkız, Güllü, Gülizar, Güllüzar, Gülname, Gülnaz, Gülnihal, Gülniyaz, Gülnur, Gülnuş, Gülender. Gülcük, Gülsema, Gülbeyhan, Gülrah, Gülsün, Gülbay, Gülağa, Gülali, Gülşad, Gülşan, Gülzade, Gülbahçe, Gülfem, Gülfer, Güller, Güler, Gülser, Gülafet, Gülamber, Gülay, Gülbağ, Gülşah... .

Henüz bitmedi, bir miktar 'ia biz ekleyelim istiyorum:

Gülşeker, Gülbeyaz, Gülbiçer, Gülbün, Gülbin, Gülcihan, Gülçiçek. Gülçim, Güldal, Güldalı, Güdane, Gülden, Gülderen, Güldeste, Güleda, Gülengül. Gülay, Gülfidan, Gülhan, Gülhanım, Gülhayat, Gülistan, Gülipek, Gülpare, Gülpembe, Gülperi, Gülseher, Gülsenem, Gülsen, Gülser, Gülseven, Gülsevil, Gülsevım. Gülsüm, Gülsüme, Gülşen, Gültekin, Gülten, Gülümser, Gülyüz, Gülsev, Gülean, Gülseren, Hepgül. İncıgül, İsmıgül, Nurgül, Özgül, Badegül, Şengül, Yazgül, Yurdagül, Zatıgül, Burada sayamadıklarımızı eklemeyi sizlere bırakıyorum.