Her halk ozanının şiirlerinde, kendi iç dünyası, vücut bulduğu, dolaştığı yöreye ilişkin gözlemleri ve seslendiği toplum gizlidir. Onlar yaşadıkları yerlerin, dönemin ve sosyal yaşantının seslerini, izlerini geniş kitlelere aktarabilen sanatçılardır. Çevrelerinde yaşayanların hayat tarzını, düşüncelerini, duygularını, olaylara bakış açılarını şiirleriyle dile getirmişlerdir. Âşıklara toplumun yerel temsilcileri diyebiliriz. Yaşadıkları kültür ortamıyla iç içedir. Halk şiiri, muhatabı olduğu toplumun gereksinimine bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Halk ve folklor edebiyatımız, özellikle halk şiirimiz, kendinden, özünden, bizatihi yereldir.
Âşıklar, toplumla ilgili konuları en çok destanlarda işlemişlerdir. Günlük hayatın küçük olaylarından büyük sosyal hareketlere kadar destanlar her türden olayı içine alır. Destanlarda tarih kitaplarında yer almayan yerel halkın duygularını buluruz. Bir tarihî olayın yereldeki yankısını ve tepkisini halk şiirlerinden öğrenebiliriz. Savaşlar, ayaklanmalar, kahramanlıklar, kıtlıklar, salgın hastalıklar, doğal afetler, eşkıyalar, gülünç olaylar, taşlamalar, aile için olaylar, meslekler destanların konuları arasında ve hemen hemen hepsi yereli anlatır.
Örneğin 1834 yılında Tokat’ın Zile ilçesinde çıkan yangın acılara neden olmuştur. Bu yangını ve ayrıntılarını bugün tarih kitaplarından değil, Zileli Âşık Kâmili’nin “Zile Yangını” destanından öğrenebiliriz:
“Sene bin iki yüz kırk dokuz oldu
Bu insanlar pek tamaha yeldiler
Bir ihrak erişti şehri Zile’ye
İşiten ehli dil cümle geldiler
Evvelâ ateşin ucu göründü
Otuz iki esnaf gama büründü
Saat dörtten on bire dek süründü
Gayret edip dört tarafın aldılar
Çarşı söğütmedi yanan ateşi
Tanıyamaz oldu kardeş kardeşi
Anlaşılmaz gayrı Tanrı’nın işi
Gül gibi camiler bütün soldular
……..”
1886-87 yılları arasında yaşanan kıtlık ve Sivas Şarkışla yöresinde halkın yaşadığı sıkıntıları 19. Yüzyıl âşıklarından Serdarî üç dörtlüğünü alıntı yaptığım uzun destanında yerelin durum raporu gibi günümüze aktarmıştır:
“……Sekiz ay kışımız dört ay yazımız
Açlığından telef oldu bazımız
Kasım demeden buz tutuyor özümüz
Mayısta çözülür gönlümüz bizim
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta satar
Hasırdan serilir çulumuz bizim
Zenginin yediği baklava börek
Kahvaltıya eder keteli çörek
Fukaraya sordum size ne gerek
Düğülcek çorbası balımız bizim….”
Halk kültürü geleneğinde kıssadan hisse çıkarma, diye bir deyim vardır. Halk şiirinin temel özelliklerinden birisi öğreticilik niteliği taşımasıdır. Âşıkların öğütleri yararlı, denenmiş, yaşam kesitleridir. Öte yandan yaşadıkları yerlerin çeşitli katmanlarındaki dengesizlikler, çelişkiler âşıklar tarafından taşlanmıştır. Bu tür şiirlerin arka planında dönemin sosyal, ekonomik çarpıklıkları, yozlaşan değerler karşısında farklı davranış biçimleri sergileyen kişiler vardır. İçerisinde bulundukları toplumda aksayan bir yön gördüklerinde, âşıklar toplumu temsil görevini üstlenerek doğruları sıralarlar. 18. Yüzyıl âşıklarından Kabasakal Mehmet, mahallesinde yaşananları bakınız nasıl aktarıyor:
“….. Mektebin önünde ahır yapıldı
Hep okuyan sübyan geri çevrildi
Etme diyenlerin evi yıkıldı
Bunun ilacını görün efendim.
Yiyiciler akçe ister cereme
Verilen malımız gelmez kaleme
Perişanlık şayi oldu âleme
Kullarına imdat kılın efendim.
…………
Yetmiş kadar adam mahpus bulundu
Nice bigünahlar zahimdar oldu
Mütevelli imam sebebi oldu
Kulların ahvalin bilin efendim.
………..
Kara Molla Oğlu araya girdi
Altı kese akçaya halas buldu
Reayaya cebren salyane oldu
Bize olan zulmü bilin efendim. ….”