Eskiden çiftçiliğin ölmediği, köylülerin köyünde yaşadığı dönemlerde Karadeniz kırsalında bahçeye mısır ekilirdi.

Mısır koçanlarının oluştuğu ve tanelerinin çıkmaya başladığı zamanlarda bahçeye, ayılar ve domuzlar dadanırdı. Bir gece ayı dadanırsa tüm bahçeyi yerle bir eder, ayakta tek mısır bırakmazdı.

Herkes bunu bildiği için tedbir alırdı. O dönemin imkanlarında bahçeyi yüksek çit ile veya elektrikli kablo ile çevirme imkanı yok. Zaten elektrik de yoktu…

Tek çare, tarlada yapılan barakalarda sabaha kadar ateş yakıp beklemekti. Her tarlada gece nöbeti olurdu. Ses ve ateşten korkan ayılar ve domuzlar tarlaya yaklaşamazdı.

Gününüzde o kadar sorunla boğuşuyoruz; ne alaka, niçin bunları anlatıyorsun, diyebilirsiniz.

Üç beş mısır koçanı zarar görmesin, bahçeye ayılar, domuzlar dadanmasın diye insanlar tedbir alıyor, yeri geliyor geceleri uyumuyor, nöbet tutuyordu…

Ülke elden gidiyor, hayat pahalılığından sağlık ve eğitime kadar büyük sorunlarla boğuşuyor, dış politikada ciddi kırılmalar yaşanıyor; sorumlusu dış güçler deniyor, neredeyse kimse umursamıyor…

Bir dış güçler paranoyası aldı başını gidiyor. Her şeyden sorumlu tutuluyor, bütün kötülüklerin müsebbibi olarak dış güçler gösteriliyor.

İyi de bu dış güçler dün yok muydu?

Bugün 19 Mayıs…

103 yıl önce, 19 Mayıs 1919’da başlattığımız Milli Kurtuluş Savaşı ayılara karşı mıydı, yoksa dış güçlere karşı mıydı?

Bütün vatan toprakları işgal edilmemiş miydi? Düşman birlikleri, ülkenin bütün değerli varlıklarına çökmemiş, kukla hükümeti teslim almamış mıydı?

103 yıl önce “Dış güçler ülkemizi işgal etti, her şey dış güçler yüzünden” diyerek oturup seyrettik mi yoksa dünyaya örnek olarak Milli Kurtuluş Savaşını mı başlattık?

Mehmet Akif Ersoy’un “Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk; Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindu, kimi yamyam kimi bilmem ne belâ…” dizeleriyle dile getirdiği her milletle savaşmadık mı?

Dış güçlerin maşası, içerideki hainler ve işbirlikçileri ile de mücadele edip nihai zafer kazanmadık mı?

Hiç kimse dış güçler diye şikayet etmedi, başını çevirip gitmedi, herkes mücadele etti…

Çünkü Türk milletinin karşısında tarihin her döneminde düşman vardı, bundan sonra da şüphesiz olacak…

Önemli olan düşmanın, moda deyimle dış güçlerin planlarına ve oyunlarına karşı uyanık olmak ve tedbir almaktır… Dış güçlere karşı koymak ve kendi planlarını kafalarına geçirmektir…

Bütün sorumluluğu dış güçlere yükler ve hiçbir tedbir almazsanız, Kurtuluş Savaşındaki kukla hükümet gibi tam da dış güçlerin istediğini yapmış, dış güçlerin oyununa gelmiş olursunuz…

Dış güçler diyerek uzanıp yatarsanız; ayıları, domuzları geçtim, çakallar bile at koşturur…

*****

19 Mayıs 1919’da doğdum

Ankara’da yakıcı bir yaz günü idi... Atatürk beraberinde arkadaşları ve yaverleri olduğu hâlde Kızılcahamam’a giderken Kazan köyü yakınlarında durmuş ve otomobilden inmişti. Köyün kadını, genci, yaşlısı köylerinin içinden geçen yabancı konukları görünce toplandılar.

Kimi su getirdi, kimi ayran... İçlerinden bir kadın, güğümünden aktardığı soğuk ayranı Atatürk’e uzattı:

“Bir soğuk ayran içer misiniz?” dedi.

O, çorak iklimin kavurduğu yüzünden bronzlaşmış Türk kadının en bariz ifadelerini taşıyan bir Türk anası idi. Böğrüne sıkıştırdığı kundağa biraz daha bastırdıktan sonra, sağ elindeki ayran bardağını uzattı, bekledi. ATA’sı ayranı kana kana içmiş ve bir an durakladıktan sonra ona:

“Senin kocan kim?” diye sormuştu.

Köylü kadını, yüzü tunçlaşmış, elleri nasırlı bu Türk anası Ankara’nın kendine has şivesi ile kocasının Sakarya Savaşında boğazından yaralanmış bir cengâver olduğunu söyledi. Atatürk bir soru daha sordu:

“Ne zaman doğdun?”

“1919’da Atatürk Samsun’a çıktığı zaman doğdum...”

Atatürk, bir an düşündü. Yıl 1934 idi. Kadının bu ifadesine göre 15 yaşında olması lâzım gelirdi. Hâlbuki karşısında abideleşen kadın... 25 yaşlarında görünüyordu. Tekrar sordu:

“Nasıl olur?”

Satı Kadın, hiç tereddütsüz, o her zamanki nüktedan hâli ile memleketin işgal altında geçirdiği acı yılları ima ederek:

“Evet Paşam. Ondan evvel yaşamıyordum ki...”

Bu espri Atatürk’ü bir hayli düşündürdü. Ayrılırken yaverine kadının ismini ve adresini not ettirdi.

Satı Kadın, Türkiye Büyük Millet Meclisine giren ilk kadın milletvekili olarak tarihe geçecekti.

(Genelkurmay’ın yayınladığı “Atatürk’ten Anekdotlar” kitabından alıntıdır)

*****             

TEBESSÜM

Diktatör

Bir halk toplantısında, bir genç, Atatürk’e sorar:

- Paşam, size diktatör diyorlar, ne dersiniz?

- Ben, diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın.

*****

GÜNÜN SÖZÜ

Özgürlük olmayan bir ülkede ölüm ve yok olma vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun temeli özgürlüktür.

Atatürk