Dünkü yazımızda kaldığımız yerden devam ediyorum:

Agâhî Ankara, İstanbul, İzmir, Rodos yolu ile Beyrut'a gitti. Bir müddet Paşa'nın konuğu oldu. Sivas valisine hitaben yazılmış tavsiye mektubu ile birlikte Mersin, Tarsus, Adana, Kayseri yolu ile geri döndü. Mektubu getirip Reşit Akif Paşa'ya verdi. Hem kendisi şair olan, hem de şairleri koruyan Reşit Akif Paşa, Agâhî’yi 1905 yılında Ağcakışla bucağı tahsildarlığına atadı.

Agâhî bu köyde altı yıl kaldıktan sonra, Pınarbaşı tahsildarlığına geçti. Ancak birkaç yıl sonra istifa ederek köyüne döndü. Bu arada Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. Şarkışla Askerlik Şubesi yazıcılığına tayin etmişlerdi.

1916 yılında koleraya yakalandı, hastaneye kaldırdılar. Ancak iyi olup ayağa kalkamadı. Durumundan kendisi de umudunu kesince başucunda beklemekle olan karısından bir kağıt, bir kalem istedi. Yazdı, çizdi, zarflayıp karısının eline tutuşturdu. Bunu tez elden köye ağabeysine göndermesini istedi. O da hemen köye ulaştırdı. Zarfın içinde yalnız şu şiir vardı:

Gam kasavet keder başa derildi

Ancak bu yareyi yazan dağıtır.

Bu dert bize ta ezelden verildi

Sinemdeki olan yürek dağıdır.

 

Gönül tutulmazdı her tuzağ ile

Ahir tutup bent ettiler bağ ile

Dağ. vurdular dağladılar dağ ile

Dediler ki bizim yazım dağıdır.

 

Görmez misin şu Ferhat 'ın işini

Kerem sevda ile çekti dişini

Ben de Dolanayım bir dağ başını

Desinler ki bu dağ Mecnun dağıdır.

 

Dertli Kerem ile Behlüli Dana

Onlar aşk elinden oldu divane

Agâhî şuara olmuştur amma

Saçma sapan söyler sözü dağıtır.

Ağabeyi Hasan Hüseyin Hoca şiiri okuyunca şaşırdı. "Var bunda bir iş, gidip bir bakayım" dedi. Şarkışla'ya vardığında Agâhî'yi sağ bulamadı.

Ölüm tarihini Vehbi Cem Aşkun, "Sivas Halk Şairleri" başlıklı dizi yazısında (Sivas Postası Ağustos 1966) 1916 olarak yazmakta. Ancak Ali İhsan Tuncalı'nın "Emlek Alevi Şairleri" adlı kitabında (İzmit - Bizim Şehir Mat. 1967 - Syf. 92) 1921 olarak gösterilmekte.

Mezarı Şarkışla'da, Garipler Mezarlığı’nda. Ziyaret edip bir Fatiha okumak nasip oldu.  Asıl adının kısaca Veli olduğunu bildiğimiz ozanın bazı şiirlerinin İğdecikli Aşık Veli ile karıştırıldığı sanılıyor.

Asıl adını açıkladığı bir şiiri şöyle:

Sümme veçhullaha aşık olanlar,

Kalbi muhabbetle nur-i celidir

Ahd-i peymanına sadık olanlar,

Sabit kadem durmak ta ezelidir

Tefekkür ettikçe kendime kendim

Yandım ey erenler ateşe yandım

Dert ağlatır aşk söyletir efendim

Ben dertliyim demek bu delilidir.

Dertlilerden dert almışım dertliyim

Yanıyor içerim hararetliyim

Gam tüccarı oldum gam iratlıyım

Aşık derd-i gamdan sermayelidir

Çok yaralı gördüm çok dertli gördüm

Kimsede görmedim bendeki derdim

Derde derman için tabibe vardım

Ben dertliyim o benden yarelidir

Dert satan var ise benim alıcı

Gelsin beni bulsun dert eyleyici

Vilayetim Sivas köyüm Kılıççı

Mahlasım Agâhî ismim Veli'dir.

Agahî Kızılbaş olduğunu şiirlerinde açıkça ve gururla söyleyen âşıklardandı. Konuğu, ikramı çok sever. Sohbet ve muhabbet ehliydi. Şaka ve hicivi severdi. Mustafa Tütlıtürk’un havalandırdığı şiirlerinden biri şöyleydi:

Dilber hânemize buyur bu sabah

İşte senin ile sözü keserim

Bir binlik rakıyla bir güzel kadeh

Ben de mezesine kuzu keserim

Bari beş yüzlük al binlik almazsan

Ağzına koy getir şişe bulmazsan

Sen de benim davetime gelmezsen

Selamı sabahı nazı keserim

Meyl-i muhabbetin gördüm beğendim

Böyle tedbir kıldım kendime kendim

Davete buyurmaz isen efendim

Ben de yollarından gözü keserim

Gelirsen boş gelme göreyim sizi

Olursa çok olsun istemem azı

Beş yüzlüğün mezesine bir kuzu

Binlik olur ise öküz keserim

Kaba kaba laf atarsın Agâhî

Öküz bulsam ben koşarım vallahi

Sade boş çıkarmam ol yüzü mâhı

Tavuktan culuktan kazı keserim.