Söylemek zorunda olduğumu hissettiğim için yazdığım bir yazının gerginliğinden kurtulmanın mutluluğu; zeytin  ağaçlarının verdiği huzur ve sevinç ile yazıyorum bunları.

Daha önceleri bambaşka bir gözle, kulaktan dolma bilgilerle baktığım, yorumladığım zeytin ağaçlarına tarımla uğraşmaya başladıktan ve zeytin ağaçları ile bilgilerim arttıktan sonra büyük bir saygı duymaya başladım. Artık zeytin ağaclarını Tanrının bu dünyaya ve insanlara verdiği bir armağan olarak görüyorum.

Zeytin ağacı yetişmesi ve tam verime geçmesi en uzun süren ağaçlardan. Bir kere toprağa tutunduktan sonra ise binlerce yıl yaşayabilen bir ağaç. Ülkemizdeki en yaşlı zeytin ağacının 1800 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Girit adasındaki bir ağacın da 3000 yaşında olduğu düşünülüyor. Biz zavallı ölümlülerin yani insanların ise ortalama yaşam süreleri 70-80 yıl arasında değişiyor. Zaten bu yazdıklarımı bir çok insan biliyor. Benim anlatmak istediklerim ise bambaşka.

Zeytin ağacını bir tarladan söküp başka bir tarlaya taşıyabiliyorsunuz. Söküp başka tarlaya diktiğiniz ağaçlara yöre halkı ''dikme'' adını veriyor. Büyük şehirlerde ağaçları kökleriyle yerinden söküp başka yere götüren devasa araçlara rastlamışsınızdır. Zeytin ağaçlarında buna hiç gerek yok. Yetişkin bir zeytin ağacını 20 litrelik bir su bidonu kadar kök bırakarak söküp götürseniz istediğiniz yere dikebiliyorsunuz. 3 sene içinde de yetişkin bir ağaç verimine ulaşıyor.

Bu işlemi yapmadan önce zeytin ağacının bütün ana dallarını gövdeye yakın yerden kesmeniz gerekiyor. Yöre halkı bu işleme ''kabaklama'' diyor. Bu işlemin uygulanarak taşınan ağaçlar eskiye göre daha çok ürün veriyor. Kabaklamanın ağacı gençleştirdiği ve canlandırdığı kabul ediliyor.

Yağmurlu bir günde, köyün küçük çay ocağında otururken 70-80 kadar zeytin ağacını kökleyerek taşıyacağımı söyledim. Orada olanlardan biri ''zeytinin kuzeye bakan yüzünü yeniden diktiğin yerde de kuzeye getir'' diye bir uyarıda bulundu. Şaşırdım. Diğer insanlarda onayladı bu cümleyi. Dediler ki; '' köklenerek taşınan zeytin ağacının kuzeye bakan yüzü başka yöne getirilirse tam verime geçmesi bir-iki sene gecikir.'' Duyduğum anda mutlak doğru kabul ettim bunu. Çünkü kuzeyden esen poyraz başka, güneyden esen lodos başka. Gün doğumu, gün batımı başka. Sanki zeytin ağacı orada durup bizi dinleyen, anlayan, izleyen bir ağaç gibi her şeyi hissediyor.
Zeytin her yere taşınıp, yetiştirilebilen bir ağaç ama yön değişikliğini ayrımsaya bildiğini biliyorum artık. Ya da yöne göre kendini en uygun hale getirdiğini. Hem şaşkınlığım arttı hem de saygım bu ağaca. Bütün bitkileri de biz insanlar ve hayvanlar gibi canlı kabul eden biri olarak zeytin ağaçlarının bu özelliği onları daha çok sevmemi sağladı. 
Birileri seni var olduğun, yaşamaya başladığın, yerlerden söküp başka yerlere götürüyor sen bunun farkına varıyorsun ama sadece fark ediyorsun. Konuşamıyor, kıpırdayamıyor, söyleyemiyorsun. Ama yüzünü hep aynı yöne; seni söktükleri yöne dönmek istiyorsun. Her halde bu dünya üzerinde gelmiş, geçmiş ve yaşayan insanların tamamı zeytin ağacıyla kurduğu bağı ve iletişimi başka hiçbir ağaçla kurmamıştır.
Şimdi ben buradayım. Her gün gidip zeytin ağaçlarıma dokunuyorum. Her gün bakıyorum sürgünlerine, yapraklarına. Ömrü hayatımda ilk kez 1987 yılında gördüğüm zeytin ağaçlarıyla bambaşka bir iletişim, bambaşka bir duygu, bambaşka bir algı eşiğindeyim. Sanki zeytin ağaçlarının yanında durursam ölmezmişim gibi geliyor. Dokunuyorum ya onlara; sanki gövdelerinden, yapraklarından, dallarından yaşam enerjisi akıyor içime. 

2017 yılının Aralık ayında zeytin toplamaya gelen Fatma Aba sık sık bağırıyordu diğer insanlara; ''Sakın zeytin bırakmayın yerde; altı zeytin bir insan doyurur.''

Ve Cemal Süreya;
             '' oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
             Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız'' 

diyerek anlatmıştı ''Aşk'ı.''

Gerçekten öyle; bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başına doymamız...